Kamer 17, Enbiyâ 7, Âli İmrân 7 ve Âli İmrân 190 ve 191'e göre müteşabih âyetlerin kolaylaştırılması ancak ulûl’elbab aracılığıyla mümkündür diyebilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Zikir » Kamer 17, Enbiyâ 7, Âli İmrân 7 ve Âli İmrân 190 ve 191'e göre müteşabih âyetlerin kolaylaştırılması ancak ulûl’elbab aracılığıyla mümkündür diyebilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Kamer 17, Enbiyâ 7, Âli İmrân 7 ve Âli İmrân 190 ve 191'e göre müteşabih âyetlerin kolaylaştırılması ancak ulûl’elbab aracılığıyla mümkündür diyebilir miyiz?

Birde Âli İmrân 7, ulûl’elbabın tarifine baktığımız zaman Enbiya 7'deki tarifi çıkartıyoruz. Diyor ki Allahû Tealâ Âli İmrân 7'de:

3/ÂLİ İMRÂN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab'ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat kalplerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sahipleri ise: “Biz O'na îmân ettik, hepsi Rabbimizin katındandır” derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulûl'elbab (daimi zikrin ve sırların sahipleri) (tezekkür edebilir).


"O'durki sana Kitab’ı indirdi. O Kitapta muhkem âyetler vardır. Bu muhkem âyetler ümmülkitab’ın esasıdır. Ümmülkitab’ı oluşturur.

ve uharu muteşâbihât (muteşâbihâtun): Geri kalanı müteşabih âyetlerdir.
fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun: Kimin kalbinde zeyk varsa ve o zaman o.
fe yettebiûne mâ teşâbehe: O zaman o müteşabih şeye tabiî olur. Ve insanlar arasında fitne çıkarmak için onun böylece tevîline gider diyor Allahû Tealâ.

Ve onun tevilini (açıklamasını) Allah’tan başka kimse bilmez. Ve râsihûn yani rüsuh sahipleri dînde derin bir ilim sahibi olmuş insanlar (yekûlûne: Derler ki.) bunların hepsine biz inandık âmenû olduk. Hepsine inandık hepsi Rabbimizin katındandır. Şöyle bitiyor âyet-i kerime:

"ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb (elbâbi)."

"Onlar tezekkür edemezler." diyor. "Rüsuh sahipleri tezekkür edemezler. İlla ulûl’elbab sadece ulûl’elbab tezelkür eder."

Bu sebeple ulûl’elbab ehli tezekürdür, tezekkür eder mânâsına varır. Nasıl varır? Allah’tan sorarak, Allahû Tealâ onlara açıklamada bulunur.

Öyleyse Âyetlere baktığımız zaman, Kamer Suresinin 17. âyet-i kerimesi, Enbiyâ Suresinin 7. âyet-i kerimesi ve Âli İmrân Suresinin 7. âyet-i kerimesi üçü de birbiriyle yakın bir ilişki içerisinde.

"Andolsun ki Biz Kur’ân’ı zikirle kolaylaştırdık."
 
Bu kolaylaştırmanın kimler tarafından gerçekleştirileceği, kime kolaylaştırıldığı Enbiya 7’de anlatılıyor. Âli İmrân 7’de de Enbiya 7’dekilerin kimler olduğu (Ulûl’elbab olduğu) vurgulanıyor.
 
Ulûl’elbab kimlerdir? Daimî zikrin sahipleridir. Bu sebeple nefslerinde hiç afet kalmamış olanlardır. Kalp gözü ve kalp kulağı açılmış olanlardır. Ehli tezekkürdürler, ehli hayırdırlar, ehli hikmettirler. Ve Âli İmrân 190 ve 191’de onların yani Âli İmrân 7’dekilerin ulûl’elbab’ın vasıfları veriliyor. Onlar daimî zikrin sahipleri.

Âli İmrân 190:

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.


inne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri: Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, ihtilafında, birbiriyle karşı karşıya gelmesinde, birinin bitmesi diğerin başlamasında.
le âyâtin li ulîl elbâb (ulîl elbâbı): Ulûl’elbab için nice âyetler vardır, deliller vardır.

Âli İmrân 191:
 
3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.


ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim: Onlar ki ayaktayken ve otururken ve yan üstü yatarken hep Allah’ı zikrederler.
ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard (ardı): Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında konusunda tefekkür ederler. rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ (bâtılan): Ey rabbimiz sen bunları bâtıl olarak boşuna yaratmadın, boşuna yaratmış olamazsın.
subhâneke fekınâ azâben nâr (nârı): Seni tesbih ederiz. Tenzih ederiz. Bizi ateş azabından koru ve öyleyse bizi o zaman ateş azabından koru.

Âli İmrân 190 ve 191 âyeti kerimesinde ulûl’elbab’ın vasıfları veriliyor. Daimî zikrin sahipleri. Ulûl’elbab yapabileceği kesim neyi yapabileceği kesim Kamer 7, Enbiya 7 ve Âli İmrân 7 anlatılıyor Âli İmrân 190, 191 de ise hepsinin daimî zikrin sahipleri olduğu ifade ediliyor. Ve zikrin önemi bir defa daha vurgulanıyor Zuhruf 36’da.

Benzer konular