Mu’min Suresinin 40. âyet-i kerimesinde salih amel işleyenlerin mü’min oldukları belirtilmektedir. Mü’min olmakla salih amel arasındaki ilişkiyi açılar mısınız?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mü'min » Mu’min Suresinin 40. âyet-i kerimesinde salih amel işleyenlerin mü’min oldukları belirtilmektedir. Mü’min olmakla salih amel arasındaki ilişkiyi açılar mısınız?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Mu’min Suresinin 40. âyet-i kerimesinde salih amel işleyenlerin mü’min oldukları belirtilmektedir. Mü’min olmakla salih amel arasındaki ilişkiyi açılar mısınız?

Mu’min Suresinin 40. numaralı âyet-i kerimesi:

40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şer, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü’minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.


“Kim seyyiat işlerse seyyiatı kadar (cezalandırılır) ve kim salih amel işlerse erkeklerden ve kadınlardan onlar, mü’minlerdir ve onlar cennete konurlar ve orada hesapsız olarak rızıklandırılırlar.”

“Mü’min olmakla salih amel olmak arasında ki ilişkiyi açıklar mısınız?” diyor.

Mü’min olmak, aslında bundan daha evvel başlıyor. Allah’a ulaşmayı dilediğimiz andan itibaren başlıyor. O noktadan itibaren mü’miniz. Ama nefsi ıslah edici ameller mü’min olduktan sonra, Allahû Tealâ’nın göğsümüzden kalbimize nur yolunu açmasıyla başlıyor. Bu muhtevada, daha mürşidimize ulaşmadan evvel salih amel işleyebiliyoruz. Allah’a ulaşmayı dileyen hepimiz ama sadece rahmet giriyor nefsimizin kalbine bu da bizi hidayete erdiremiyor. Hidayete erdirici salih amel işlemek ancak bundan sonraki devrede mümkün. Mürşidimize ulaşıp da tâbiiyeti gerçekleştirdiğimiz zaman nefsimizin kalbine salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl geliyor. Ama bir farklılık var! Mürşidimize ulaşıp tâbî olduğumuz zaman kalbimizin içine îmân yazıyor. Îmân kelimesi kalbimizin içine Allahû Tealâ tarafından yazılıyor, Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi gereğince.

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?


O zaman kalbinde îmân yazılı birisi oluyoruz. Yani îmânı artmış bir mü’min olmak. Burada böyle bir mü’minden bahsediyor. Îmânı artan bir mü’min ve bunun mânâsı orada nefs tezkiyesi var. Yani sadece salâvâtla rahmet değil salâvâtla fazl da giriyor nefsin kalbine. Ve îmân kelimesi, fazılları kendisine çekmeye başlıyor. Bu noktadan bahsediyor Allahû Tealâ.
 
İkisi arasında fark var. Mürşidimize ulaşmadan önce kalbimize îmân kelimesi yazılmamış durumda. O zaman nefsimizin kalbine fazılların girip de îmân kelimesi tarafından çekilmesi nefsimizin kalbine girip orada yerleşmesi mümkündür.  

Benzer konular