Günümüz İslâm tatbikatından çıkartılan, Allah’a ulaşma ve tâbiiyet konusunu ve bunu nasıl gerçekleştireceğimizi Kur'ân ışığında bizlere açıklayabilir misiniz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mürşid » Günümüz İslâm tatbikatından çıkartılan, Allah’a ulaşma ve tâbiiyet konusunu ve bunu nasıl gerçekleştireceğimizi Kur'ân ışığında bizlere açıklayabilir misiniz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Günümüz İslâm tatbikatından çıkartılan, Allah’a ulaşma ve tâbiiyet konusunu ve bunu nasıl gerçekleştireceğimizi Kur'ân ışığında bizlere açıklayabilir misiniz?

Es selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu! (Ve aleykum selâm ve rahmetullâhi ve berekâtuhu!) Muhterem Efendimiz! Hasretle ve hürmetle ellerinizden öpüyoruz. Sizi çok ama çok, her şeyden çok seviyoruz inşaallah.” (Biz de sizleri çok seviyoruz sevgili kardeşlerim.) Rabbimize, bizleri sizinle Balıkesir’de bir konferans da biraraya getirdiği için sonsuz hamd ve şükrediyoruz.” (Biz de.) Müsaadenizle bir sorumuz var: Günümüz İslâm tatbikatından çıkartılan, Allah’a ulaşma ve tâbiiyet konusunu ve bunu nasıl gerçekleştireceğimizi Kur'ân ışığında bizlere açıklayabilir misiniz inşaallah? Allah razı olsun.

 Demin bir kısmını açıklamıştık. Kişi eğer Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onu mutlaka Kendisine ulaştırır. Nasıl kişi Allah’a ulaşır? Bir de tâbiiyet konusunu soruyor kardeşimiz.

Tâbiiyet, mürşide tâbiiyettir ve üzerimize farzdır. Allahû Tealâ Mâide Suresinin 35. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.


“yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete: Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun (ikinci takvanın). Bu takvanın sahibi olmak için de sizi Allah’a mülâki kılacak kim ise, Allah’a ulaştıracak kişi kimse, o kişiyi Allah’tan isteyin.” diyor Allahû Tealâ.

Hacet namazı kılınarak mürşid Allah’tan istenir. Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemek, konunun başlangıcıdır. Allah’a ulaşmayı dilediğimiz an, Allahû Tealâ yardımına derhal başlar. Kalbimize ulaşır, kalbimizi Allah’a çevirir. Sonra göğsümüzü yarar ve göğsümüzden kalbimize bir nur yolu açar.

En'âm Suresinin 125. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki: 

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.


“Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse, onun göğsünü yarar (şerh eder) ve teslimlere açar.”

Yani göğsünü yarıp teslimlere açıyor, o kişinin ruhunu Allah’a ulaştırması için. “Göğsün yarılmasıyla Allah’a ulaşma arasında ne ilişki var?” diye bir sual gelecektir akla muhakkak. Çünkü nefsin kalbinde %51 nur oluşmadan hiç kimsenin ruhu Allah’a ulaşamaz. Nurların kalbinize girebilmesi içinse bu yolun mutlaka açılması lâzım. İşte En'âm Suresinin 125. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bunu söylüyor. Allah’a ulaşmayı dileyen bütün insanlara, Allahû Tealâ’nın bunların kalbine ulaşması ve Allahû Tealâ’nın onların göğsünden kalbine bir nur yolu açması söz konusudur. Bu nur yolunu Allahû Tealâ neden açar? Nur yolunu açmasının arkasında, o kişinin kalbine nurların girmesi hedefi yatar. Bu nurlar, o kişinin mürşidine ulaşmasından sonra hüküm ifade etmeye başlarlar. Kişi, nefsinin kalbinde birazcık zikirle %2 rahmet oluşmasıyla birlikte, Allah’tan mürşidini sorma yetkisinin hakkını kazanır, sorma yetkisinin sahibi olur ve hacet namazını kılar, Allah ona mutlaka mürşidini gösterir. O da gider mürşidine tâbî olur. Tâbiiyetle birlikte o kişinin kalbine îmân yazılır.

Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesi:

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?


Ve onların başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşır, onların ruhuna: “Senin Allah'a ulaşma günün geldi.” der. Ruh vücudu terk ederek Allah'a doğru yola çıkar ve o ruh, vücudu terk etti diye hiç kimse ölmez.

Kur'ân’ın hakikatlerine ters düşen birçok hurafe, insanlara ilim diye öğretilmiş. Bu ilimlerin yanlış olanların hepsinin tasfiyesi zamanı gelmiştir. Öyle bir olay yok. Ruh vücuttan ayrılırsa, hiç kimse ölmez. Ruh vücuttan ayrılır, devrin imamının ruhu başının üzerine gelince, vücudun içinde olan ruh, vücudumuzdan ayrılır onun emriyle. “Senin Allah'a mülâki olma günün (yevmet telâk’ın) geldi.” der ve kişinin ruhu vücudu terk eder, Allah’a doğru yola çıkmak üzere anadergâha ulaşır. Oradan kafilelerle seyri süluk gerçekleşir. 1’er 1’er 7 tane gök katında, Allah'a doğru 7 tane gök katını 1’er, 1’er aşıp Allah'a doğru bir toplu yolculuk yapılır. Her kata kadar çıkabilenler o katta kalırlar. En üst kata, 7. kata çıkan bilenler, 7. katın 7. âlemine kadar gidebilenler her biri kendi bulundukları noktaya doğru yollarına devam ederler. 7. katın 6. âlemi zikir hücreleridir. Bu zikir hücrelerinde zikrini tamamlayan ruhlar arasındaki zikrini tamamlayan ruh, oradan ayrılarak Sidretül Münteha’ya ulaşır. Oradan Allah’a doğru dikey bir yolculukla Allah'ın Zat’ına ulaşır, Allah'ın Zat’ında yok olur. Buna Allah'ın Zat’ında “ifna olmak” deniyor.

Ruhun Allah’a ulaştırılması üzerimize farzdır. Bunu demin söyledik açıklamamızda ve bunun adı “hidayet” tir. Ve böylece ruhun Allah'a ulaşması 1. hidayeti tahakkuk ettirir. Nefsimizin kalbinde her %7 nur birikiminde ruh 1 gök katı yükselir.
 
• Birinci %7 nur birikiminde kişi Nefs-i Emmare’dedir.
• İkinci defa %7 nur birikiminde Nefs-i Levvame’dedir.
• Üçüncü defa %7 nur birikiminde Nefs-i Mülhime’dedir.
• Dördüncü defa %7 nur birikiminde Nefs-i Mutmaine’dedir.
• Beşinci defa %7 nur birikiminde Nefs-i Radiye’dedir, kişi Allah’tan razı olmuştur.
• Altıncı defa %7 nur birikiminde Nefs-i Mardiyye’dedir, Allah da ondan razı olmuştur. 
• Yedinci defa %7 nur birikiminde Nefs-i Tezkiye’dedir.

O kişinin ruhu Allah'ın Zat’ına ulaşmıştır, Allah'ın Zat’ında ifna olmuştur (yok olmuştur). Ruh, sahibi olan Allah'a geri dönmüştür.

Secde Suresinin 9. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâra vel ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.


“ve nefeha fîhi min rûhihî: Onun (insanın) içine ruhumdan üfürdüm.” diyor.

Allah bütün insanlara, onların burnundan ruhunu üfürüyor. Hepimiz, bize bir ruh üfürülmesiyle ruh sahibi olduk. Sonra da hamdolsun ki; o ruhu, onun gerçek sahibi olan Allah'a iade ederek (ulaştırarak), Allah’a karşı olan mutlak gerçekleştirmemiz gereken görevimizi yaptık. Öyleyse herkes bu istikamette bir gayretin sahibi olmalıdır.

Bu, ruhun hidayetidir. Daha sonra nefsin kalbindeki nurlar %80’i geçtiğinde kişi fizik vücudunu da teslim eder. Bu teslimiyetler nefs tezkiyesinin olayıyla gerçekleşir. Kişi zikir yapar. Allah'ın katından gelen salâvât ve fazl, salâvât ve rahmet nurları göğse gelir, göğüsten Allah'ın açtığı yolu takip ederek kalbe ulaşır. Kalbe, Allahû Tealâ o kişi mürşide ulaştığı zaman Mucâdele Suresinin 22. âyet-i kerimesine göre “îmân” kelimesini yazmıştır. Bu “îmân” kelimesi bir manyetik alandır. Kişi zikir yaptığında bu noktadan itibaren Allah'ın katından mutlaka salâvâtla fazl ve salâvâtla rahmet isimli 2 gurup nur gelir. Bunlardan fazıllar kalbe yazılan “îmân” kelimesinin çekim gücünün zıddı istikametindeki manyetik alanı taşırlar. Bu sebeple oraya ulaştıkları zaman, bu manyetik alan onları çeker. Nefsin kalbi Allah'ın fazıllarıyla dolmaya başlar. Baştan kalbe giren %2 rahmet nuru ise, o manyetik alan sebebiyle değil, bir başlangıç itibariyle kalbe ulaşmıştır. %2’yi de zaten hiçbir zaman geçemez. Ama nefsin kalbindeki nurlar %2 rahmet olmak üzere %98 fazıla kadar artacaktır. Ne zaman bir insan daimî zikre ulaşırsa, nefsinin kalbindeki nurlarda %100 tamamlanır.

Benzer konular