Günümüzde saptırılan Kur'ân kavramlarından biri olan salih amel işlemenin Nahl-97 ile Mu'min-40’a göre sıradan bir amel olmadığını söyleyebilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Mürşid » Günümüzde saptırılan Kur'ân kavramlarından biri olan salih amel işlemenin Nahl-97 ile Mu'min-40’a göre sıradan bir amel olmadığını söyleyebilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Günümüzde saptırılan Kur'ân kavramlarından biri olan salih amel işlemenin Nahl-97 ile Mu'min-40’a göre sıradan bir amel olmadığını söyleyebilir miyiz?

Salih amel işlemek nefs tezkiyesi yapmaktır.

Nahl-97:

16/NAHL-97: Men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe le nuhyiyennehu hayâten tayyibeten, ve le necziyennehum ecrehum bi ahseni mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Mü’min olan kadın ve erkekten kim salih (nefsini tezkiye ve tasfiye edici) amel işlerse, o taktirde ona mutlaka tayyib (temiz, helâl) bir hayat yaşatırız. Ve onları, mutlaka yapmış oldukları amellerin ecirlerinden (bedellerinden), daha ahseni (güzeli) ile mükâfatlandıracağız.


men amile sâlihan min zekerin ev unsâ: Ve erkelerden ve hanımlardan salih amel işleyen kişi.
ve huve mu’minun: Ki onlar mü'minlerdir.
fe le nuhyiyennehu hayâten tayyibeh(tayyibeten): O takdir, ona tayyib yani temiz ve helâl bir hayat yaşatırız.
ve le necziyennehum ecrehum bi ahseni: Ahsen ecirle onları mükâfatlandırırız. Mutlaka mükâfatlandırırız.
mâ kânû ya’melûn(ya’melûne): Yapmış oldukları amellerin ecirlerini. Daha ahsen, güzel bir şeyle mükâfatlandırırız.

O zaman burada, salih amel işlerse.

"men amile seyyieten ve men amile sâlihan" diye Mu’min-40’da ikisi de geçiyor. Hem seyyiat işleyenler hem de salih amel işleyenler.

Allahû Tealâ şöyle diyor:

40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şer, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü’minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.


men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ: Kim kötü amel işlerse o zaman onu misli kadar cezalandırırız.  
ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin): Kim de seyyiat işlerse onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz o. Kadın ve erkeklerden kim salih amel işlerse (nefs tezkiyesi yaparsa) işte o mü'min’dir. Nefs tezkiyesi yapan insan mü'mindir. İşte onlar cennete alınırlar. Orada hesapsız rızıklandırılırlar.

Nefs tezkiyesi (salih amel işlemek) mutlaka kişiyi cennete götürür. Kimdir bu nefs tezkiyesini yapabilenler? Önce Allah'a daha evvel ulaşmayı dilemiş olanlardır. Bu dileklerinin arkasından gelip mürşidine tâbî olmuş kişi. Tâbiiyetinden sonrada nefs tezkiyesi yapmaya başlamış. O zaman onların mükâfatları söz konusu. Allahû Tealâ burada ikinci seviye mü'minden, üst seviye mü'minden bahsediyor. Biliyoruz ki kim Allah'a ulaşmayı dilerse, dilediği anda küfürden kendisini kurtarır. Mü'min olmak şerefine erer. O kişi Allah'a ulaşmayı dileyen bir âmenû olmuştur, mü'min olmuştur. Bu 3. kademedeki bir olgudur, 3. basamak. Allah'a ulaşmayı dilemiş kişi. Dilediği anda Allah Rahîm esmasıyla tecelli eder. O kişinin gözlerindeki hicab-ı mestureyi alır. Görme hassasının üstündeki gışaveti alır. Kulaklarındaki vakrayı alır. İşitme hassasının üzerindeki mührü açar. Kalbindeki mührü açar, kalbindeki ekinneti çıkarır, yerine ihbat koyar. Kişi gören, işiten ve idrak eden birisi olarak Allah yolunda faaliyete başlar. Bu kişinin kalbine Allah ulaşacaktır. Göğsünden kalbine nur yolu açacaktır, kalbini Allah'a çevirecektir. O kişi huşûya ulaşacaktır. Huşûya ulaştığı zaman Allah ona mürşidini gösterecektir. Kişi mürşidine ulaşıp tâbî olacaktır. İşte o noktada nefs tezkiyesi başlar. Nefs tezkiyesinin bundan evvelki bölümünde o kişi, Allah'a ulaşmayı dilediği an mü'min olmuştur. Dilediği an kurtuluşa ulaşmıştır. Mutlaka cennetin 1. katı onundur. Ama mürşidine ulaşıp tâbî olduğu zaman Allahû Tealâ kalbine îmân yazacağı için 2. defa mü'min olmuştur. Ama îmânı artan bir mü'min olmuştur. Buradaki farklılık odur. Îmânı artan bir mü'min olmaktır.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, kimin kalbine îmân yazılırsa bu onun îmânının kuvvetlendiğini, arttığını gösterir. "Onların îmânlarını artırırız." diyor Allahû Tealâ. "Onların hidayetlerini arttırırız." Burada hidayetinde îmâna paralel bir artış gösterdiğini görüyoruz. Ve tâbiiyet sırasında ne oluyor? Allah onların günahlarını sevaba çeviriyor.

Mü'min olmanın başlangıç noktası, Allah'a ulaşmayı dilediğimiz noktadır. Âmenû olanlar, 2 çeşit âmenû olmak standardının sahibidir.

1-Allah'a inanmışlardır. Hepsi o kadar. Bu kişi kurtulamaz cehennemden.

* Allah'a inanmıştır (1).
* Ruhun hayattayken Allah'a ulaşacağına da inanmıştır. Yani kişinin Allah'a mülâki olmasına da inanmıştır (2).
* Bunun üzerine farz olduğuna da inanmıştır (3).
* Allah'a ulaşmayı dilerse mutlaka Allah'ın kendisini Allah'a ulaştıracağına da inanmıştır (4).

İşte bu kişi mü'mindir ve sadece bu kişi Allah'a ulaşmayı diler. Öyleyse 4 ayrı cepheden olaya bakıyor Allahû Tealâ:

1- Allah'a inanmak.
2- Allah'a insan ruhunun hayattayken ulaşmasına inanmak.
3- Bunun üzerine farz olduğuna inanmak.
4- Allah söz verdiği için, mutlaka Allah'a ulaşmayı dilerse Allah'a ruhunun ulaşacağına da inanmak.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, burada Allahû Tealâ’nın işareti açık ve kesin bir olay var. Amilüssalihat işlemek, salih amel işlemek, "men amile sâlihan, men amile sâlihan" her ikisinde de salih amel işlemek diye geçiyor. Burada da "mü'min olanlardan salih amel işleyenler" diyor Allahû Tealâ. Demek ki kişi Allah'a ulaşmayı dilemiş ve ondan sonra da nefs tezkiyesi yapmaya başlamış. O zaman salih amel işlemek herhangi bir olay değil. Yani bir insanın derecat kazandırıcı herhangi bir hadisesi değil salih amel işlemek. Amilüssalihat demek; nefs tezkiyesi demek. Müminlerden sadece Allah'a ulaşmayı dileyenlere nasip olur. Ötekiler nefs tezkiyesi yaptıklarını zannederler ama yapamazlar.  Cennete gidecek olan mü'min olduklarını zannederler Allah'a ulaşmayı dilemeden Allah'a inanlar ama mü'min olamazlar. Tabiatıyla bir mürşide tâbî olurlarsa, o mürşid Allah'ın seçtiği mürşid olmadığı gibi ihsanla tâbî olmayacakları için tâbiiyetleri de geçersizdir. O zaman nefs tezkiyesi de yapmaları mümkün değildir. Çünkü kalplerine îmân yazılmamıştır. Başlarının üzerine de devrin imamının ruhu hiçbir zaman gelmez. Öyleyse salih amel işemek "yapılan her nevî salih amel" diyor Allahû Tealâ. Oysaki burada "Mü'minlerden salih ameller işleyenler." diyor. Yani mü'minlerin hepsinin salih amel işleyemediği neticesine ulaşıyoruz.

men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun: O kişiler ki erkeklerden ve kadınlardan salih amel işlerler ve onlar mü'minlerdir.

İşte Allah'a inanlardan salih amel işleyenler. Demek ki Allah'a inananlar var salih amel işlemiyorlar. Onları Allahû Tealâ mü'min adıyla anıyor ama mü'min saymıyor. Gidecekleri yer cennet değil, cehennem. Allah'a ulaşmayı dilemeyen ama Allah'a inanan kişi, mü'min adıyla anılıyor gene Kur'ân-ı Kerim’de. Ama o mü'minler salih amelin sahibi olamazlar. Cennete girmeleri de mümkün değil. Yani onlara Allahû Tealâ gerçek anlamda mü'min demiyor. Gerçek anlamda mü'min olabilmek mutlaka Allah'a ulaşmayı dilemekle mümkündür. Çünkü Allah'a ulaşmayı dileyen kişi mutlaka Allah'ın cennetine girer. O da mü'mindir, âmenûdur. Allah'a ulaşmayı dilemeyen ama Allah'a inanan kişi de âmenûdur. Bu iki cins âmenûdan Allah'a ulaşmayı dileyenler sadece Allah'ın cennetine girebilirler.

Benzer konular