Vuslat nedir?

Anasayfa » Ana Sayfa » Hidayet » Vuslat nedir?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Vuslat nedir?

“Vuslat nedir?” diye soruyorum, “Allah'a kavuşmak” cevabını alıyorum. Peki, ölünce mi? Allah'a kavuşmak! Ama neyin kavuşması? Ruhun mu, vechin mi, nefsin mi? Neyin kavuşması? Bir ateist veya bir kâfir veya Kur'ân'ı Kerim’deki İslâm’ı yaşamayan bir insan ölünce kavuşmuş, vuslatı yaşamış mı?

Çünkü bizim ehli şeriat dîn adamlarımız ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşmasına inanmıyor. Öğrendikleri ilim o olduğu için inanmıyorlar. Kur'ân olsaydı ona inanacaklardı. Çünkü Kur'ân bunları hepsini hali fasıl etmiş, açık ve kesin bir şekilde açıklıyor. “Ölünce ruhun Allah'a kavuşması vuslat mıdır?’ diye soruyorum.” diyor. Ama cevap alamıyor. Çünkü onlar, bu istikamette; “Gerçekten bir insan ancak öldükten sonra ruhu vücudundan ayrılır ve o ruh Allah'a kavuşur.” deniyor. Oysaki muhteva açık ve kesin. Ruhu hayattayken Allah'a ulaştırmak, Allah'a kavuşturmak!

“İşte bizleri bu konuda aydınlatırsanız inşaallah biz de yarın, dünyanın başka yerlerinden gelen kimselere, çelişkili bilgiler verip zor durumda kalmayalım. Görevimizi gereği gibi yapalım inşaallah.”

Öyleyse “Allah'a ulaşmayı dilemek” diye bir tabir bile bugünün dîn adamları tarafından bilinmiyordu. Çünkü onun, bir intihar emri olması söz konusu!

Allahû Tealâ buyuruyor ki Fecr Suresi 27, 28, 29 ve 30. âyetlerinde:
 
89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.
Ey mutmain olan nefs!

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!

89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.

89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.


Allahû Tealâ diyor ki:

“yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh. irciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh. fedhulî fî ibâdî. vedhulî cennetî: “Ey mutmain olan (Emmare, Levvame ve Mülhime kademelerini aşmış olan) nefs! Mutmain olmuş (mutmain olan) nefs! Allah'tan razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanarak öyle bir noktaya gel ki; ruh da Allah'a ulaşsın, Allah'a geri dönsün.

Mutmain olan nefsin neticesinde, ruhun da Allah'a Radiyye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerinde yaşayıp geri dönmesi söz konusudur. 7 tane kademe geçiyor Kur'ân'ı Kerim’de (herbiri başka bir âyette). Ve fizik vücuda sesleniyor Allahû Tealâ: “Kullarımın arasına gir ve cennetime gir.” diyor. Nefse sesleniyor: “Tezkiye ol. Nefsini tezkiye et. Mutmain ol. Önce Allah'tan razı ol, sonra Allah'ın rızasını kazan. Mutmain olduktan sonra, sonra da tezkiye ol.” diyor nefse. Ruha da diyor ki: “irciî ilâ rabbiki”: Rabbine rücû et (geri dön). Geri dönerek, Rabbine ulaş.” Fizik vücudu da diyor ki: “Sen de kullarımın arasına gir ve cennetime gir.” 3 vücuda da hitabı var Allahû Tealâ'nın.

Öyleyse muhtevaya bakıyoruz! Allahû Tealâ, ruhumuzu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı üzerimize farz kılmış. Allahû Tealâ Muzzemmil Suresi 8. âyet-i kerimede buyuruyor ki (Şöyle dizayn etmiş): “Allah'ı zikret ve Allah’a ulaş.”

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.


“vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ: Allah'ın ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.”

Bu Allah'a ulaşmanın farz olduğu da açık bir şekilde ifade edilmiş. Emir şeklinde tecelli ediyor.

Ra’d Suresinin 21. âyet-i kerimesi:

13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.


Allahû Tealâ burada, Ra’d Suresinin 21. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki: “Allah'ın, Allah'a ulaştırmayı (Allah'a ulaştırılmasını) emrettiği şeyi, onlar Allah'a ulaştırırlar.” diyor.

“vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale.”

vellezîne: ve onlar
yasılûne: vasıl ederler, ulaştırırlar
mâ: şeyi
emerallâhu: Allah'ın emrettiği şeyi
bihî: O’na (Allah'a)
en yûsale: ulaştırmak

Sevgili misafirlerimiz! Evinize döndüğünüz zaman lütfen Kur'ân-ı Kerim’e bir göz atın. Bir kenara not alın. Ra’d Suresinin 21. âyet-i kerimesinden bahsediyoruz. Orada kelime kelime verdiğimiz bu şeyi bir defa daha söylüyorum:

vellezîne: ve onlar (ve ellezîne)
yasılûne: vasıl ederler, ulaştırırlar
bihî: O’na
mâ: şeyi
emerallâhu: Allah'ın emrettiği şeyi
en yûsale: ulaştırmayı (ulaştırılmasını)

“Onlar, Allah'ın Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi, O’na (Allah'a) ulaştırırlar.” Baktığınız zaman: “Onlar akrabalık bağlarını kuvvetlendirirler ve sıla-i rahme (akrabalık ziyaretine) riayet ederler.”

Sevgili kardeşlerim! Ne akraba ziyareti geçiyor, ne ziyaret geçiyor, ne sıla-i rahîm geçiyor. Olan bütün kelimeleri yok edip de bu kadar açık bir âyetteki mânâyı, bu kadar derinden değiştirebilmek pek herkesin harcı değildir diye bize görünüyor ama bunu yapmışlar. Bunun için biz, bütün hidayet âyetlerini teker teker ele aldık ve hidayetin nasıl gizlendiğini ve insanların cehenneme nasıl mahkûm edildiğini birer birer tespit ettik. Ülkemizde 22 tane Kur'ân-ı Kerim satılıyor. Hepsini aldık. Hepsindeki hidayet âyetlerini, “hidayet” kelimesi geçse de geçmese de hidayetle alâkalıysa konu mutlaka aldık.

Sevgili misafirlerimiz! Bir soru da biz size soralım: “Hidayet nedir?” diye bir şey sorarsak, bize ne cevap verirsiniz? Birçok âlime sorduğumuzda hep aynı cevabı aldık da onun için soruyoruz. Bize dediler ki: “Hidayet, doğru yoldur.” Biz de onlara bir sual daha sorduk: “Peki, Sıratı Mustakîm nedir?” Düşündüler, taşındılar aynı cevabı vermek mecburiyetinde kaldılar. Çünkü öğrendikleri o. “Sıratı Mustakîm doğru yoldur, hidayet de doğru yoldur.” Oysaki Sıratı Mustakîm, gerçekten bir yoldur ama doğru yol! Yol bir yere ulaştırır. “Nereye ulaştırır?” sualine hiç kimse cevap vermiyor. Kur'ân-ı Kerim ise “Allah'a ulaştırır.” diyor. “Sırâtun aleyye mustekîm: Bana yönelmiş olan, Bana istikametlenmiş olan Sıratı Mustakîm.” diyor Allahû Tealâ. Öyleyse Sıratı Mustakîm, Allah'a istikametlenmiş yolun adıdır.

15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).
Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”


Yetmez! Hüviyeti açık bir şekilde ortaya konulmuştur. Allahû Tealâ Nisâ Suresinin 175. âyet-i kerimesinde şunları söylüyor:

4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).


Bu muhteva içinde diyor ki: “Kim Allah'a ulaşmayı ve Allah'a sarılmayı (Allah'ın Zat’ında yok olmayı) dilerse Biz, onu rahmetimizin ve fazlımızın içine koyarız ve onu, Bize ulaştıran Sıratı Mustakîm'e ulaştırırız.” Sıratı Mustakîm için; “Bize ulaştıran Sıratı Mustakîm'e iletiriz.” diyor. Allah'a ulaştıran yolun adı; Sıratı Mustakîm.

Öyleyse gizleme gayretleri bir şey ifade etmez sevgili misafirlerimiz! Doğru olan, her zaman Kur'ân’dır. Kur'ân’a baktığımız zaman insanların, Allah'ın söylediklerini ne kadar saptırdıklarını, hazin bir şekilde tespit ettik. Peki, hidayet nedir? Gerçek anlamda hidayet nedir? Onların söyledikleri gibi doğru yoldur. Nereye götüreceği belli olmayan bir ifade değil. Sıratı Mustakîm, insan ruhunu Allah'a ulaştıran yoldur. Hidayet nedir? Âli İmrân-73:

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).


“innel hudâ hudallâh”

inne: Muhakkak ki.
el hudâ: Hidayet.
hudallâh: Allah'a ulaşmaktır.

Diyorlar ki: “Belki öyle olabilir ama bize göre bu ‘Allah'a ulaşmaktır.’ değil de ‘Allah'ın ulaştırmasıdır.’ şeklinde Türkçeleştirilmesi lâzım bu âyetin.” Hadi sizin de hatırınız kalmasın. Peki, öyle olduğunu kabul edelim bir an için. O zaman bir sual geliyor akla: “Allah'ın ulaştırmasıdır. Nereye ulaştırmasıdır?” sualin cevabı Kur'ân-ı Kerim’de 2 âyette verilmiş. Birisi Ra’d-27:

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”


Allahû Tealâ diyor ki: “Biz, dalâlette olanları bırakırız. Onlarla ilgilenmeyiz. Ama kim (o dalâlette olanlardan her kim) Allah'a ulaşmayı dilerlerse, onları Kendimize ulaştırırız.” diyor. Allahû Tealâ: “Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, onları Kendimize ulaştırırız.” diyor.

Öyleyse başka âyet var mı? Şûrâ-13 de aynı şeyi söylüyor: (Arapçasını da ilave edelim)

42/ŞÛRÂ-13: Şeraa lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb: Allah, dilediğini Kendisine seçer ve o seçtiklerinden kim Allah'a ulaşmayı dilerse, sadece onları Allah Kendisine ulaştırır.”

“Sadece Allah'a ulaşmayı dileyenleri O’na (Kendisine) ulaştırır.” diyor Allahû Tealâ.

Sevgili kardeşlerim! Öyleyse ne söylerlerse söylesinler, hakikati kimse değiştiremez. Hidayet; insan ruhunun o kişi dünya hayatını yaşarken, ölmeden evvel Allah'a ulaşmasıdır. Neden ölmeden evvel diye bu kadar ısrarla üzerinde duruyoruz? Çünkü ölümden sonra herkesin zaten ruhu Allahû Tealâ’ya mutlaka döndürülür. Marifet, şu dünya hayatını yaşarken ruhu Allah'a ulaştırıp ermiş evliya olmak. Ve insanlar bunun çok ama çok zor bir şey olduğunu zannederler. Bu konudaki ilmin sahibi olmadıkları için. Oysaki biz dünyadaki en kolay şeyden bahsediyoruz size.

Sevgili misafirlerimiz! Size desem ki: “Ermiş evliya olmak ister misiniz?” Buraya geldiğinize göre konuya meraklı olmanız gerekir düşüncesiyle söylüyorum. Büyük bir çoğunluk bunu mutlaka ister diye düşünüyorum. Hele Mevlâna’nın şehrindenseniz, Konyalıysanız! Neden siz de Mevlâna gibi bir ermiş olmayasınız? İşte isteyen bir kişi, istemişse, Allah o kişiyi (o kişinin ruhunu) mutlaka Kendisine ulaştırır. Bir başka ifade kullanalım. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah o kişiyi mutlaka Kendisine ulaştırır. İşte 2 âyet-i kerimeyi verdik. Kim Allah'a yönelirse (Allah'a ulaşmayı dilerse), Allah: “Onu mutlaka Kendime ulaştırırım.” diyor. “Dalâlette olanlardan kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım.” (Ra’d-27.) Şûrâ-13’de de: “Allah dilediğini Kendisine seçer. O seçtiklerinden kim Allah'a ulaşmayı dilerse, onu mutlaka Kendisine ulaştırır.” diyor. Öyleyse Allah ulaştıracak. Siz, Allah'a ulaşmayacaksınız; siz Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz. Allah da sizi Kendisine ulaştıracak. O, herşeyin sahibidir. Bizim de hamdolsun ki sahibimiz. Biz, O’nun azatsız kölesiyiz.

Görüyorsunuz ki; Allah'ın Kendisine ulaştırması, Allah'ın söz verdiği bir müessese. Öyleyse kim istiyor? Allah'a ulaşmayı kim istiyor? Eğer şu anda aranızda henüz istememiş de şimdi isteyen birileri olursa, onun mutlaka Allah'a ulaşacağını Kur'ân garanti ediyor.

Öyleyse sevgili misafirlerimiz! Bir dileğiniz; “Yarabbi! Ben ruhumu ölmeden evvel Sana ulaştırmayı diliyorum. Nasıl Mevlâna’nın devrinde, herkes gidip tâbî olmuşsa, onların hepsinin ruhu Sana ulaşmışsa, ermiş evliya oldularsa, ben de onlar gibi bir ermiş evliya olmak istiyorum. Ruhumu hayattayken Sana ulaştırmak istiyorum.” demeniz, kalbinizden istemeniz kaydıyla mutlaka sizi ermiş evliya kılar. Hiç de zannedildiği kadar zor bir şey değildir. Tam aksine inanılmayacak derecede kolay! Çünkü bir tek talebiniz (kalpten olmak kaydıyla) mutlaka Allah'ın harekete geçmesini ve sizin ruhunuzu Kendisine ulaştırmasını mutlak olarak sağlar.

Öyleyse ne demek istiyoruz? Allah'a ulaşmayı diler insan diliyle: “Yarabbi! Herkes Sana ulaşmak istiyor. Ben de Sana ulaşmak istiyorum.” Böyle bir şey diyen kişi, buradan, kalbinden demiyorsa, Allahû Tealâ onu asla dikkate almayacaktır. O zaman kalpten olmasıyla olmaması arasında ne fark var? Biliyorsunuz Peygamber Efendimiz (S.A.V) savaşa çıkmadan evvel herkesi davet ediyor. Bir kısmı davete icabet etmiyor. Savaş bittikten sonra, galibiyetten sonra iştirak etmeyenler gelip Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile konuşuyorlar. Diyorlar ki: “Biz buna iştirak edemedik ama gelecek sefer mutlaka seninle beraber biz de savaşa çıkacağız.” Allahû Tealâ da Peygamber Efendimiz (S.A.V)’a diyor ki Kur'ân-ı Kerim’de: “Onlar, Sana kalplerinde olmayan bir şeyi söylüyorlar.” İşte sevgili kardeşlerim, sevgili misafirlerimiz! Eğer kalbinizde Allah'a ulaşma talebi yoksa, o zaman dilinizin bunu söylemesi bir şey ifade etmez!

Peki, bir insan Allah'a ulaşmayı dilemiş. Gerçekten kalpten mi istemiş yoksa istememiş mi, nereden bilecek? Çok basit. Eğer o kişi kalpten istemişse Allahû Tealâ ona mutlaka namazı, orucu, zekâtı, haccı, kelime-i şahâdet getirmeyi ve zikri mutlak olarak sevdirir. Bunlardan en önemlisi zikirdir. İkincisi de namazdır. O kişi Allah'a ulaşmayı dilemiş mi, dilememiş mi? Dilediğini zanneden her insan beklesin, baksın iç dünyasına, ne var? Bu kişi namaz kılmaktan hoşlanmıyorsa, Allah ona mutlaka namazı sevdirecektir. Oruçtan hoşlanmıyorsa Allahû Tealâ, ona orucu sevdirecektir. Onun açlıktan sıkıntı duymayacağı bir noktaya Allah onu mutlaka ulaştıracaktır.

Öyleyse bir insanın gerçekten Allah'a ulaşmayı dileyip dilemediği, onun sözünden anlaşılmaz. Allah'ın, onun üzerinde vücuda getireceği tesirden anlaşılır. Öyle insanlar vardır ki; Allah'a ulaşmayı gerçekten kalplerinden dilerler. Ondan evvel o kişi namaz kılmayı sevmediği halde, o noktadan itibaren sevmeye başlamıştır. Oruç tuttuğu zaman açlık çektiği halde, o noktadan sonra açlığı yok etmiştir Allahû Tealâ. İşte onlar gerçekten Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir.

Allahû Tealâ hepinizi kurtarmak ister. Yeter ki siz, size düşeni yapın. Kalbinizden bir taleple Allah'a ulaşmayı dileyerek Allah'a dua edin. Mutlaka Allahû Tealâ size cevabı verir.

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.


Allahû Tealâ Bakara Suresinin 120. âyet-i kerimesinde de gene:

“inne hudâllâhi huvel hudâ” diyor.

inne: Muhakkak ki.
hudâllâhi: Allah'a ulaşmak.
huve: İşte o.
el hudâ: Hidayettir.
 
Hidayet; insan ruhunun hayattayken Allah'a ulaşmasıdır. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, o kişiyi Allah mutlaka Kendisine ulaştırır. Kısaca bu olayı beraberce gözden geçirelim:

Bir kişi olayları yaşar. Herkes yaşar (1. basamak.). 28 basamaklık bir İslâm merdiveninin, 1. basamağında herkes olayları yaşar. 2. basamakta, Allahû Tealâ o kişileri her sene 1-2 defa musîbetlerle imtihan eder. Kişiler de bu imtihana karşılık davranışlarını koyarlar ortaya ve hüviyetleri açık bir şekilde görünür. İşte 2. basamak, bir başka açıdan çok önemli bir basamaktır. Çünkü bu basamakta kişinin ortaya koyduğu davranışlar, onların ya seçilmesini ya da seçilmemesini ifade eder Allahû Tealâ tarafından. Kendisi Allah'a ulaşmayı dilemeyip de başka insanları da Allah'ın yolundan (Allah'a ulaşmayı dilemekten) men eden insanlar mutlaka seçilmezler. Onların seçilmeyeceği kesin. Geri kalan herkes, yani insanların %90’dan fazlası Allahû Tealâ tarafından seçilir ki; inşaallah bu seçilenlerin içinde Allah'a Teala: “Bana ulaşmayı dileyenler çıksın!” diye rakamı çok geniş tutar. Ama o seçilenlerden %10’u bile Allah'a ulaşmayı dilemezler.

Dilerlerse ne olur? Dilerlerse 3. basamağa ulaşırlar. Allah, onların üzerinde Rahîm esmasıyla tecelli eder (4. basamak.) Yûsuf Suresi 53. âyet-i kerime:

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûi illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).


“ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî: Yarabbi! Ben nefsimi beraat ettiremem. Çünkü nefs, bana şerri emreder. Ama Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği nefsler hariç.”

İşte kişi Allah'a ulaşmayı dilemiş, Allah üzerine Rahîm esmasıyla tecelli ediyor. Ne yapar? O noktaya kadar irşad makamına karşı kör, sağır ve dilsiz olan kişi, yani irşad makamını herhangi bir kişiden ayırt edemeyen, irşad makamı olarak göremeyen, onun sözlerini irşada müteallik olan sözler olarak algılayamayan ve onu herhangi bir kişiden ayırt edemeyen, söylediklerini kalbine de indiremeyen kişilerdir. İşte o insanların onu anlayabilmesi (idrak etmesi) için Allahû Tealâ onların gözlerindeki hicab-ı mestureyi (görme hassalarının üzerindeki mührü) açar. Kulaklarındaki vakrayı alır ve işitme hassasının mührünü açar. Kalbini açar, kalbindeki ekinneti dışarı alır, yerine ihbat koyar. O kişinin idrak etmesini sağlayan bir müessese koyar. İşte o kişi 3. basamakta Allah'a ulaşmayı dilemiştir. 4. basamakta, Allah ona Rahîm esmasıyla tecelli etmiştir. 5. basamakta kişi görmeye, 6. basamakta kişi işitmeye, 7. basamakta da irşad makamını idrak etmeye başlar. Bu, 3. basamaktan 7. basamağa geçmekse, birkaç saniyelik bir olaydır. Allahû Tealâ bir anda bu işlemleri gerçekleştirir. Kişi 7. basamağa ulaşır. Artık gören, işiten, mürşidini idrak eden birisi vardır ve bu kişinin, Allahû Tealâ kalbine ulaşır. Kalbini Allah’a çevirir (herbiri bir âyet-i kerime gereği).

Kaf-33’te, kalbin Allah'a çevrileceği ifade ediliyor:

50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîbin.
Gaybda Rahmân’a huşu duyanlar ve münib (Allah’a ulaşmayı dileyen) bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelenler (için).


Tegâbun Suresinin 11. âyet-i kerimesinde de o kişinin kalbinden bahsediyor Allahû Tealâ: “Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Biz onun kalbine ulaşırız.”  

64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâhi, ve men yu'min billâhi yehdi kalbehu, vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah’ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah’a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.


9. basamakta ise Allahû Tealâ o kişinin göğsünü yarar. En’âm Suresi 125. âyet-i kerimesi gereğince, “Göğsünü yarar, göğsünden kalbine bir nur yolu açarız.” diyor.

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.


11. basamakta, o kişi “Allah, Allah, … Allah” diye zikir yapmaya başlar. Allah'tan gelen rahmetle fazl nurları o kişinin göğsüne gelir, göğsünden kalbine ulaşır ama kalbe henüz “îmân” yazmamıştır Allahû Tealâ. Bu sebeple sadece rahmet nuru girer. %1, derken %2 olur. Bu nur %2’yi bulduğu zaman Hadîd Suresinin 16. âyet-i kerime gereğince kişi huşû sahibi olur.
 
57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.


Allahû Tealâ. “O kişinin kalbinde, Allah'ın zikriyle bu zikrin Hakk’tan indirdiği nurla huşû oluşması zamanı daha gelmedi mi?” diyor.

Huşûya ulaşan kişi, hacet namazını kıldığında mürşidini görmek için hak sahibi olur. Kılar, mürşidini görür, gider tâbî olur (14. basamak). Tâbiiyet farzdır. Allahû Tealâ diyor ki Mâide-35’te:

5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.


Allahû Tealâ: “yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete: Ey âmenû olanlar! Takva sahibi olun (2. takvanın) ve kim sizi Allah'a ulaştırmaya vesile olacaksa, o vesileyi (mürşidinizi) Allah'tan isteyin.” diyor.
 
Kişi, hacet namazını kılıp mürşidini Allah'tan ister. İşte bunun üzerine Allahû Tealâ ona mutlaka mürşidini gösterir. Bu şartlara sahip olan kişiye mutlak olarak gösterir Allahû Tealâ. Kişi mürşidine ulaşır, tâbiiyetini gerçekleştirir. O zaman ruhu vücudundan ayrılır ve anadergâha (devrin imamının dergâhına) ulaşır. Bu devirde bu görev, bizim üzerimizdedir. O dergâha ulaşan ruhlar, 7 tane gök katını aşıp Allah'ın Zat’ına ulaştırılmak üzere, orada özel olarak vasıf kazandırılma işlemlerini gerçekleştirirler. Ve Nefsi Emmare’nin muhtevası içerisinde %7’ye ulaştığı zaman, o kişinin nefsinin kalbindeki fazıllar (zikirle kalbe girip de kalpteki îmân kelimesini yapışan fazıllar) (fazıl nurları) kalbe girince (kalbe ulaşınca) kalpteki manyetik alana (kalbe Allahû Tealâ'nın yazdığı îmân, manyetik alan sahibidir, ters kutupsa fazıllardadır) kapılıp kalbe yapışırlar. Böylece kalp, fazıllar tarafından işgal edilmeye başlar. Bu %7’yi bulduğu zaman, kişi Nefs-i Emmare’yi tamamlar. Ruhu zemin kattan 1. gök katına kadar ulaşır. “Seyr-i sülûk” adlı bir yolculuk, anadergâhtan yapılır. 1. kata kadar çıkabilenler orada kalırlar. Geriye kalanlar, onlar yollarına devam ederler. 2. kata çıkabilenler; Nefs-i Levvame. İkinci bir %7 fazıl birikiminin olması şarttır.

75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeti.
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.


Allahû Tealâ:

“ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh (levvâmeti): O levvame nefse kasem ederim.” buyuruyor.

Ve kişinin nefsindeki nurlar, 3. defa %7’yi bulduğu zaman, kişi Allah'tan ilham almaya başlar. Şems Suresinin 7-8. âyet-i kerimeleri:

91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrahâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.


Şems-7’de Allahû Tealâ diyor ki:
 
“ve nefsin ve mâ sevvâhâ: O nefse ve onu sevva edene.” diyor. Şems-8’de de:
 
“fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ: O nefse takvası ve fücuru ilham edilir.” diyor. Allah'tan ilham almaya başlar.

Bir sonraki kademe Nefs-i Mutmainne’dir. Kişi doyuma ulaşır. Fecr Suresi 27. âyet-i kerime:

89/FECR-27: Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu.
Ey mutmain olan nefs!


“yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh: Ey mutmain olan nefs!” diyor Allahû Tealâ.

Sonra Radiye kademesi geliyor. 5. katı ifade ediyor:

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten.
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!


“râdıyeten mardıyyeh: Allah'tan razı ol, Allah'ın rızasını kazan.”

Allah'ın rızasını kazandığı zaman 6. defa %7 nur birikimi. Allah'ın rızasını kazanıyor kişi ve ruh, 7. defa %7 nur birikimiyle Allah'a ulaşıyor. Fâtır Suresi 18. âyet-i kerime:

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziratun vizra uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsihî, ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).


“ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî) ve ilâllâhil masîr: Kim nefsini tezkiye ederse o, bunu kendisi için yapmış olur ve ruhu Allah'a döner (Allah'a ulaşır).”

İşte 7. defa %7 nur birikimiyle, başlangıçtaki %2 rahmet birikimi ve  %49 (7 defa %7) fazl birikimiyle o kişinin ruhu Allah'a ulaşır. Bunu insan gerçekleştirmez. Allah gerçekleştirir. Ve kimin Allah'a ulaşma dileği söz konusuysa, o kişi mutlaka 1. kat cennetin sahibi olur. Kim mürşidine ulaşıp tâbiiyetini gerçekleştirirse, o kişi mutlaka 2. kat cennetin sahibi olur. Kim ruhunu Allah'a ulaştırırsa, o kişi mutlaka 3. kat cennetin sahibi olur. Ayrıca bu kişi burada, ruhunu Allah'a ulaştırdığı zaman, nefsinin kalbinde %51 nur birikimi gerçekleştiği için, nefsin afetlerinin %51’i yok olmuştur. Fazıllara ve rahmete dönüşmüştür (%2 rahmet, %49 fazl). Yani şeytanın taleplerinin ötesinde, Allah'ın güzellikleri gelip nefsin kalbini süslemiştir, dizayn etmiştir. O kişinin nefsinin kalbindeki fazıllar, kişinin nefsinin kalbindeki afetleri, afetler %100 iken %49’a düşürmüştür onları. Artık kalpte %51 Allah'ın emirlerini yerine getirmek isteyen, yasaklarını işlemek istemeyen, %49 da Allah'ın emirlerine karşı çıkan, yasakları işlemek isteyen bir hüviyet vardır. Denge, Allah'ın güzellikleri istikametinde, o istikamete dönmüştür. Galip olan (fazla olan, %51 olan) Allah'ın emirlerini yerine getiren, yasaklarını işlemeyen gruptur. Diğeriyse %100’den %49’a düşmüştür. Yani şeytanın hâkimiyeti, o kişinin kalbinde %100’den %49’a düşmüştür.

İşte buraya kadar olan kesimi Allahû Tealâ garanti ediyor. “Kim Bana ulaşmayı dilerse, Ben onu mutlaka Kendime ulaştırırım.” Yani? Yani, o kişi dünya mutluluğunun her gün %50’den fazlasını mutlaka yaşar. O kişi artık yarıdan daha fazla mutlu bir insandır ve ruhu da mutlaka Allah'ın Zat’ına ulaşır, vuslatı gerçekleştirir. Allah'a ulaşmayı dilediği zaman 1. kat cennetin, tâbiiyetinde 2. kat cennetin, ruhunu Allah'a ulaştırdığında 3. kat cennetin sahibi olur. Hepinizin en az bu hedefe ulaşmanız Allahû Tealâ tarafından garanti ediliyor.

Bu bir müjdedir sevgili misafirlerimiz! Bu müjdeyi lütfen gerçekleştirin. Hepiniz, kardeşlerimizin yaşamakta olduğu o büyük mutluluğu yaşamak hakkının sahibisiniz. Siz de gerçekleştirin, siz de mutlaka Allah'tan sorun mürşidinizi. Allahû Tealâ kimi gösterirse ulaşın, tâbî olun. Mutlaka ruhunuzu Allah'a ulaştırın. Bunları size müjdelemek için buradayız ve de Allah'a ulaşmayı gerçekten kalben dilediğiniz zaman, bunun ne kadar kolay olduğunu, sizin için de mümkün olduğunu görmenin o büyük hazzını yaşamak için hazır olun. Mutlaka gerçekleştireceksiniz. Yeter ki kalpten bir dilekle (buradan olacak, kalbinizden bir dilek) Allah'tan Allah'a ulaşmayı dileyin.


Benzer konular