Fetih Suresinin 29. âyet-i kerimesini açıklar mısınız?

Anasayfa » Ana Sayfa » Tabiîyet » Fetih Suresinin 29. âyet-i kerimesini açıklar mısınız?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Fetih Suresinin 29. âyet-i kerimesini açıklar mısınız?

Fetih Suresinin 29. âyet-i kerimesi:

48/FETİH-29: Muhammedun resûlullâh(resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâl kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fît tevrât(tevrâti), ve meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimul kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minhum magfiraten ve ecren azîmâ(azîmen).
Allah’ın Resûl’ü Hz. Muhammed (S.A.V) ve O’nunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çok şiddetli; kendi aralarında çok merhametlidirler. Onları rükû ederken, secde ederken ve Allah’dan fazl ve rıza isterken görürsün. Onların alâmetleri yüzlerindeki secde izleridir. İşte bunlar, onların Tevrat’taki ve İncil’deki vasıflarıdır. Filizini çıkaran sonra onu kuvvetlendiren, böylece kalınlaşan, sonunda gövdesi üzerinde yükselen, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidir. Onlarla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Ve Allah, onlardan âmenû olanlara (Allah’a ulaşmayı dileyenlere) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlara mağfiret ve büyük ecir vaadetti.


“Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz, Allah’ın Resûl'üdür. O’nunla beraber olanlar, kâfirlere karşı sert, birbirine karşı merhametlidirler. Onları rükû ederken, secde ederken Allah’tan lütuf ve rıza dilerken görürsün. Yüzlerinde secdelerin izleri vardır. İşte bu, onların Tevrat’ta anılan vasıflarıdır. İncil’de de şöyle vasıflandırılmışlardır: Onlar filiz çıkarmış, gittikçe kuvvetlenerek kalınlaşmış, gövdesi üzerinde dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Kâfirleri ashaba öfkelendirmek içindir. Onlardan mü’min olup, ıslâh edici amel işleyenlere –âmenû olup, Allah’a ulaşmayı dileyip, ıslâh edici amel işleyenlere– Allah mağfiret ve büyük mükâfat vaadetmiştir.”, diyor Allahû Tealâ; Fetih Suresinin 29. âyet-i kerimesi.

Mağfiret ve ecren azîm; Fetih Suresinin 29. âyet-i kerimesi sahâbenin ecren azîmin sahibi olduğunu söylüyor Allahû Tealâ. Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ, gene bir şeylerden bahsediyor. “ecren azîmâ” kelimesi Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesinde de geçiyor. Allahû Tealâ ne diyordu orada:

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecran azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).

    
“Habibim, sana tâbî olmak Allah’a tâbî olmak demektir. Orada sana tâbî oldukları zaman onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardı. Kim derecesini nâkısa düşürürse, muhakkak ki o nefsi sebebiyle derecesini nâkısa düşürmüştür. Kim de Allah’a olan ahdlerini yerine getirirse, ona büyük mükâfat, yani “ecren azîmâ” verilecektir.”, diyor Allahû Tealâ.

Ve Allahû Tealâ sahâbeye verdiği “ecren azîmâ” vaadini, onlara veriyor. Sahâbe fevz-ül azîm’in, ecrul azîm’in, fazl’ıl azîm’in ve hazzul azîm’in sahipleridir.

“Bu âyet-i kerimeyi açıklar mısınız?”, diyor Serdar. Burada Allahû Tealâ sahâbeden bahsediyor. Allah’ın sahâbesi Tevrat’ta da yer almış, İncil’de de yer almış. Tevrat’ta da Allahû Tealâ sahâbeden bahsediyor, İncil’de de. Tevrat’ta, İncil’den bahsediliyor. Tevrat’ta Hz. İsa’dan bahsediliyor. Tevrat’ta Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’den de bahsediliyor. Tevrat’ta sahâbeden de bahsediliyor.

Üç kitap arasında yakın ve kesin bir ilişki söz konusudur. Üçü de Allah’ın kitabıdır ve Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim’de: “Peygamberler arasında bir ayırım yapmayız.”, diyor. “Hepsi Bizim peygamberimizdir.”, diyor. Biz inanırız ki, en çok sevdiği Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’dir; çünkü o, peygamberlerin sonuncusudur ve Allah’a teslim olanların da ilkidir. Öyleyse nübüvvetin bittiği bir şahsiyeti temsil etmektedir; Son Nebî, Son Peygamber.

Ve Allahû Tealâ burada sahâbeden bahsediyor ve bu âyet-i kerimenin önemli tarafı, sahâbenin İncil’de de, Tevrat’ta da yer almış olması. Elbette Kur'ân-ı Kerim’de de sahâbe, baştan aşağı yer alıyor. Sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in en yakınındaki grup. Kimdir sahâbe diye sorarlarsa, onlara diyeceksiniz ki: “Sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e, Allah’a ulaşmayı dileyerek tâbî olanlara denir.”

Birçok dîn adamı için sahâbe: “Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i hayattayken görenler.”, tarzında isimlendirilmişlerdir. Bu baştan aşağı yanlış bir ifadedir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i putperestler de görmüştür, hristiyanlar da görmüştür, yahudiler de görmüştür ve bunların Allah’ın hedef gösterdiği bir şeyleri yapmayan, Allah’a ulaşmayı dilemeyen kesimi, hepsi görmüştür; ama hiçbiri de sahâbe olmamıştır.

Öyleyse sahâbe, Yusuf Suresinin 108. âyet-i kerimesinde söylendiği gibi, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olanlardır; Âli İmrân Suresinin 20. âyet-i kerimesinde söylendiği gibi, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olanlardır. Öyleyse, böyle bir durumda tâbiiyetin asıl olduğunu görüyoruz.

Ne diyordu Allahû Tealâ Yusuf Suresinin 108. âyet-i kerimesinde:

12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilâllâhi alâ basîratin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah’ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”


“Habibim, onlara de ki: ‘Ben ve bana tâbî olanların, bizim hepimizin, basiret üzere, yani kalp gözümüzle görerek Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur.” Yani Sıratı Mustakîm’den bahsediyor. İşte o “Bana tâbî olanlar” dediği, onlar sahâbe.

Âli İmrân Suresinin 20. âyet-i kerimesinde gene aynı olay geçiyor. Allahû Tealâ diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.


“Habibim de ki o ümmîlere ve kitap sahiplerine: ‘Ben ve bana tâbî olanlar, biz hepimiz vechimizi Allah’a teslim ettik.’ Onlardan da teslim olanlar var mı? Sor bakalım onlara; eğer varsa mutlaka o teslim olanlar evvelce hidayete ermişlerdir, yani ruhlarını da daha önce Allah’a teslim etmişlerdir.”
 
Âyet-i kerimenin muhtevası kalın çizgilerce böyle.

Benzer konular