Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesinde; "Bana dua edenin duasına icabet ederim, onlar da Benim davetime icabet etsinler ve âmenû olsunlar." buyrulmakta. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) bir hadis-i şerifinde: "Dua ederken duanızın kabul olunacağına inanarak dua edin." Buna göre Al-i İmran Suresi 16-193 ve 194. âyetlerinde, âmenû olanların duasını kabul olunacak bir dua olarak ve bu duanın Allahû Tealâ’nın âmenû olanlar için, resûlleri aracıyla bir vaadi olduğunu anlayabilir miyiz?

Anasayfa » Ana Sayfa » Dua » Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesinde; "Bana dua edenin duasına icabet ederim, onlar da Benim davetime icabet etsinler ve âmenû olsunlar." buyrulmakta. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) bir hadis-i şerifinde: "Dua ederken duanızın kabul olunacağına inanarak dua edin." Buna göre Al-i İmran Suresi 16-193 ve 194. âyetlerinde, âmenû olanların duasını kabul olunacak bir dua olarak ve bu duanın Allahû Tealâ’nın âmenû olanlar için, resûlleri aracıyla bir vaadi olduğunu anlayabilir miyiz?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesinde; "Bana dua edenin duasına icabet ederim, onlar da Benim davetime icabet etsinler ve âmenû olsunlar." buyrulmakta. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) bir hadis-i şerifinde: "Dua ederken duanızın kabul olunacağına inanarak dua edin." Buna göre Al-i İmran Suresi 16-193 ve 194. âyetlerinde, âmenû olanların duasını kabul olunacak bir dua olarak ve bu duanın Allahû Tealâ’nın âmenû olanlar için, resûlleri aracıyla bir vaadi olduğunu anlayabilir miyiz?

2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, felyestecîbû lî velyu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).


Allah’ın duaları kabul edişi, o kişinin âmenû olmasına bağımlı, âmenû olmazsa duaya icabet söz konusu değil.

Âli İmrân 16:

3/ÂLİ İMRÂN-16: Ellezîne yekûlune rabbenâ innenâ âmennâ fagfir lenâ zunûbenâ ve kınâ azâben nâr(nâri).
Onlar (takva sahipleri): “Rabbimiz, biz hiç şüphesiz mü’min olduk (îmân ettik), artık bizim günahlarımızı (sevaba çevirerek) bize mağfiret et ve bizi ateş azabından koru.” derler.


Onlar derler ki: Rabbimiz, muhakkak ki biz âmenû olduk. Bize mağfiret eyle, günahlarımızı sevaba çevir, yani bizim mürşidimize ulaşıp, günahlarımızın sevaba çevrilmesini temin et. Bizim için günahlarımıza mağfiret et ve bizi ateşin azabından, cehennemden koru.

O zaman burada Âli İmrân 16’da mağfiret edilmesini istiyorsa, o mürşidine ulaşmak üzere olan kişidir veya ulaşmış kişidir. Günahların mağfireti ancak irşad makamının önünde Allah’a ulaşmayı dileyen, 12 tane ihsanla mürşidine ulaşan kişi için geçerlidir.

Âli İmrân 193:

3/ÂLİ İMRÂN-193: Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr(ebrâri).
Rabbimiz! Muhakkak ki biz, “Rabbiniz’e âmenû olun” diye îmâna davet eden davetçiyi işittik, böylece îmân ettik (davetçiye tâbî olarak âmenû olduk) Rabbimiz artık bizim günahlarımızı mağfiret et, seyyiatlarımızı ört ve bizi ebrar olan (Allah'a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla beraber vefat ettir.


Ey Rabbimiz! Muhakkak ki biz: “Rabbinize îmân edin” diye, îmâna davet eden bir davetçi işittik ve âmenû olduk. Öyleyse bizim Rabbimiz günahlarımıza mağfiret eyle, günahlarımızı sevaba çevir, yani bizi mürşidimize ulaştır. Ve bize mağfiret eyle, günahlarımızı sevaba çevir. Ve seyyiatimizi ört ve bizi ebrar ile cennete girecek olanlarla birlikte öldür.
    
Âli İmrân 194:

3/ÂLİ İMRÂN-193: Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr(ebrâri).
Rabbimiz! Muhakkak ki biz, “Rabbiniz’e âmenû olun” diye îmâna davet eden davetçiyi işittik, böylece îmân ettik (davetçiye tâbî olarak âmenû olduk) Rabbimiz artık bizim günahlarımızı mağfiret et, seyyiatlarımızı ört ve bizi ebrar olan (Allah'a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla beraber vefat ettir.


Ey Rabbimiz! Resûllerin üzerine bize vaadettiğin şeyleri bize ver. Yani resûllerin vasıtasıyla, bize vaadettiğin şeyleri bize ver. Ve Resûl’ün üzerine olarak bize vaadettiğin şeyleri bize ver. Ve Resûl’ün vasıtasıyla bize ulaştırdığın ve bize Onun vasıtasıyla vaadettiğin şeyleri ver. Ve kıyâmet günü, bizi mahzun etme. Muhakkak ki Sen vaadinden dönmezsin. Senin vaadinde hilaf yoktur.

Şimdi suale dönüyoruz. Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesinde Bana dua edenin duasına icabet ederim, onlarda Benim davetime icabet ettikleri takdirde diyor. Âmenû oldukları takdirde. Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadis-i şerifinde: Dua ederken duanızın kabul olunacağına inanarak dua edin. Buna göre Al-i İmran Suresinin 16-193 ve 194. âyetlerinde, âmenû olanların duasını kabul olunacak bir dua olarak ve bu duanın Allahû Tealâ’nın âmenû olanlar için, resûlleri aracıyla bir vaadi olduğunu anlayabilir miyiz?

2.’si net olarak çıkıyor, resûlleri vasıtasıyla insanlara ulaştırıldığı için, resûller kanalıyla gelen, Allahû Tealâ’nın bir vaadidir, burası kesin.

Şimdi âmenû olanların duasını da kabul edilecek bir dua olarak, kabul edebilir miyiz? Diyor. Evet, âmenû olanların duasını şu istikamette kabul edilecek bir dua olarak, kabul edeceğiz. Kabul etmek mecburiyetindeyiz. Âmenû olan kişi Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Mutlaka bu dua kabul edilecektir. Çünkü Allahû Tealâ’nın sözü var Şura13’te:

42/ŞÛRÂ-13: Şeraa lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“Kim” diyor “Bana ulaşmayı dilerse, Ben” diyor “onu, Bana ulaşmayı dileyen kişiyi mutlaka Kendime ulaştırırım.” Bu Allahû Tealâ’nın sözü. Öyleyse eğer bizde âmenû olarak dua etmişsek Allahû Tealâ’ya, Allah’a ulaşmayı dilemişte dua etmişsek, “Yarabbi bizi Kendine ulaştır.” Diye.

Geri kalan bütün faktörlerde yolun tabîî gerekleri: Günahlarımızın örtülmesi, furkan verilmesi, günahlarımızın sevaba çevrilmesi, bunun tabîî sonuçları. Yani biz nu konuda dua etmesek de Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dilediğimiz için mutlaka yapacak.

Ama onu mutlaka yapacağını bilen birinin dua etmesi demek, inanarak dua etmesi demek. Mutlaka gerçekleşir.


Benzer konular