Ne demek istiyor burada; babalarının dînine tâbî olmak?
Asırlardan beri İslâm âleminde ne yazık ki Kur’ân unutulmuş. Tasavvufu yaşayan küçük grupların dışında Allah’ın hakikatlerinden, dîni yaşadıklarını zanneden büyük kitleler hiç haberdar olmamış ve de kurtulmaları da mümkün değil.
Öyleyse nereye ulaşıyoruz? Bir muhteva tayini yapabilmek için bakalım hangi âyetleri söylemiş?
“Sizin bize söylediğiniz şeyler bizi hiç alâkadar etmez. Siz Kur’ân’dan söylemiş olabilirsiniz bunu ama biz atalarımızın, bize kadar gelen kitabî bilgilerine inanırız. Kitaplarda da sizin söylediğiniz şeyler yazmıyor.“ diyorlar. “Biz babalarımızın dînini yaşarız. İslâm’ın 5 şartının bizi kurtaracağından eminiz. 5 şartı olan İslâm, teslim olmak demektir, biz de 5 şartı birden yerine götürüyoruz, öyleyse mutlaka kurtuluruz biz, babalarımızın dediğini yerine getirerek.”
Şimdi babalarından bahsediyor Allahû Tealâ:
e ve lev kâne: İselerde mi?
abâuhum: Onların soyları, cedleri, babaları.
lâ ya’kılûne: Akıl etmiyorlarsa.
şey’en: Hiçbir şeye.
ve lâ yehtedûn(yehtedûne): Ve hidayete de ermemişlerse de.
Burada atalarının hidayete ermeyenler olduğunu ve akıl etmeyenler olduğunu söylüyor Allahû Tealâ. Akılcı bir yaklaşımla, mantıklı olarak girersek devreye, akıl etmeyenlerin kimler olduğuna bakalım şimdi. Mulk Suresinin 8. , 9. ve 10. âyet-i kerimelerine bakıyoruz:
Ondan sonra diyor ki: “Eğer biz o resûlünü işitmiş olsaydık, kullaklarımızdaki vakra alınmış olsaydı, işitme sistemimizdeki mühür alınmış olsaydı ve işitebilmiş olsaydık biz o nezirin söylediğini ve akledebilmiş olsaydık (şimdi burada yeni faktör daha girdi devreye), onu nezir olarak, resûl olarak idrak edebilmiş olsaydık ve onun söylediklerini nefsimizin kalbinde değerlendirip de onun gereğini yerine getirebilseydik (yani nefsimizin kalbindeki ekinneti Allahû Tealâ almış olsaydı ve yerine ihbat koymuş olsaydı), idrak edebilmiş olsaydık (Buna ‘akıl etmek’ diyor Allahû Tealâ, idrak edebilmenin bütünleştiği nokta). Biz onun söylediklerini akıl edebilmiş olsaydık, o zaman burada cehennemde mi olurduk? Mutlaka gideceğimiz yer cennet olurdu.” diyor. İfade bu.
Öyleyse onlar kimdir? Onlar, hidayete erenler. Ya dalâlette üzere insanlar cehenneme giderler ya da hidayet üzeredirler, ennete girerler. Hidayet üzere olanlar; akletmiş olanlar yani gözlerindeki hicab-ı mesture, görme hassalarının üzerindeki gışavet, kullaklarındaki vakra, işitme hassalarındaki mühür, kalplerindeki ekinnet ve idrak hassaların üzerindeki mühür alınmış olsaydı ve yerine ihbat konsaydı, idrak edebilmiş olsalardı, akıl etmiş olacaklardı.
Bu akletme müessessesi, bakmayı değil görmeyi ifade ediyor, işitmeyi ifade ediyor ve idrak etmeyi ifade ediyor. Böylece olay burada tamamlanıyor.
Onların ataları Allah’a ulaşmayı dilememişler, atalarından bu tarafa gelen bilgilerin sahipleri, ve gördük ki Allah’a ulaşmayı onlara dilettirmiyor.
Ve Bakara-171’e bakıyoruz:
“Sadece bağırıp çağıran kimsenin durumu gibidir. Zaten onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Bu yüzden akıl edemezler.”
Şimdi sual neydi? Diyordu ki: “İnsanların Bakara-170 ve 171’de belirtildiği üzere mürşidi işitmeyerek, ön yargılı olarak babalarının dînine tâbî olmalarından dolayı dalâlette kaldıklarını söyleyebilir miyiz?
Akıl edememe müessessesi bütün boyutlarla açıklanıyor. Biz de söylemiştik Mulk Suresinin 8., 9. ve 10.âyet-i kerimelerindeki muhtevayı.
Oradaki muhtevada kişilerin işitmediği, görmediği, idrak edemediği, bu sebeple akıl etmediği ortaya çıkıyordu (Mulk Suresi, 8, 9, 10. âyet-i kerimeler). Böylece görüyoruz ki burada kâfirlerin durumunu soruyor Allahû Tealâ. Onların sağır, dilsiz ve kör olduğunu söylüyor. Yani bu insanlar, Bakara-170’ ve 171’de ifade edilen insanlar; “Babalarının dînini, ataları üzerine bulduğumuz yola tâbî oluruz.” diyorlar.
bel nettebiu mâ elfeynâ aleyhi âbâenâ: atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola tâbî oluruz.
“Biz sizin söylediğiniz yola tâbî olmayız.” diyorlar.
Buradaki muhteva açık bir şekilde sonucu ifade ediyor bizlere: Bu insanlar, Allahû Tealâ’nın söylediği gibi kâfirler ve sebebi de sağır, dilsiz, kör olmaları yani Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için Allahû Tealâ’nın gözlerde, kulaklarda, kalpte… İabet etmesi lazım gelenlerin icabet etmesi sebebiyle öyle kalmaları.
Allahû Tealâ burada kâfirlerin durumundan bahsettiğine göre onların sağır, dilsiz ve kör olduğu bir defa daha ortaya çıkıyor. Bakara-171’ile “Sağır, dilsiz ve kördürler.” diyor Allahû Tealâ.
Allah razı olsun.