Müslüman olmayan insanlara hürmet göstermek günah mıdır?

Anasayfa » Ana Sayfa » Müslümanlık » Müslüman olmayan insanlara hürmet göstermek günah mıdır?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Müslüman olmayan insanlara hürmet göstermek günah mıdır?

Günah değildir. Ayrıca müslüman dediğiniz kişiyi siz kim zannediyorsunuz? Burası çok önemli konunun. İslâm’ın 5 şartını uygulayan bir kişi müslüman değildir. Müslüman demek teslim olmuş demektir. Teslim olanlar mânâsına geliyor, müslüman. İslâm; teslim olmak demek. Müslüman da teslim olan kişi. Müslim kelimesi, Müslüman kelimesi.

Öyleyse sevgili kardeşim, müslüman kelimesiyle Allahû Tealâ’nın anlattığı mânâ bizim söylediğimiz; İslâm’ın 7 safhasını da yaşayanlar. Onlar İslâm olanlar, Allah’a teslim olanlar. Şimdi İslâm'ın 5 şartını yaşayanlara biz soruyoruz. Diyorsunuz ki; bir uydurma hadîsle. Bir bedevî gitmiş Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e, demiş ki:

- Ey Allah’ın Resûl'ü! Ben cennete girmek istiyorum. Ne yapayım?

O da cevap vermiş: “Namaz kıl, oruç tut, zekât ver, hacca git, kelime-i şahâdet getir.”

Yani İslâm’ın 5 şartı olarak geçiyor bunlar. Bu İslâm’ın 5 şartını gerçekleştirmesi söylenmiş. Ondan sonra da İslâm'ın 5 şartı olmuş bunun adı.

- Ey Allah’ın Resûl'ü! Ben bunları yaparsam gerçekten cennete girecek miyim?

“Evet, gerçekten cennete gireceksin.”

Sevgili kardeşlerim! Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki: “Benim hadîslerim tartışılacaktır. Kur’ân’a bakın! Hiçbir hadîsim Kur’ân’a aykırı olamaz.” Öyleyse İslâm'ın 5 şartı hiç kimseyi cennete ulaştıramaz. İki defa söyledik iki âyet-i kerimeyi size, Yûnus Suresi 7 ve 8. âyetler:

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


Eğer bir insan ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemezse o kişinin Allah’ın cennetine girmesi mümkün değildir. Gideceği yer kesinlikle cehennemdir. İslâm'ın 5 şartına bakalım, acaba unuttuğumuz bir şey mi var? Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek. Biz bunların arasında “Allah’a ulaşmayı dilemek!” diye bir şey görmedik. Siz görebildiniz mi kardeşlerim? Eğer yoksa ve insan Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa, gideceği yer cehennemse o zaman İslâm’ın 5 şartıyla insanlar kurtulabilir mi? Eğer Allahû Tealâ bize bunları bize öğretmeseydi biz de sizlere öğretemeyecektik sevgili kadeşlerim!

İşte hayatımızı siz sevgili kardeşlerimizin kurtuluşuna Allahû Tealâ adadı. Onun için yaratılmışız, görevlendirdi ve bize bunları öğretti. Ve öğrendik ki; Kur’ân-ı Kerim muhteşem bir bütündür. Ve bundan 14 asır evvel Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ve onun bütün sahâbesi Kur’ân'ı yaşamışlar. Dört başı mamur bir şekilde Kur’ân'ı yaşamışlar. 7 safha ve 4 tane teslim, hepsini gerçekleştirmişler o ve sahâbesi. 14 asır sonra bugün bütün Kur’ân devredışı bırakılmış ve rafa kaldırılmış. Keselerin içine koymuşuz Kur’ân-ı Kerim’i, rafa asmışız, birisi ölecek de arkasından Yâsîn okuyacağız diye. Ama onlar Kur’ân'ı A’dan Z’ye yaşadılar. Hem 7 safhanın 7’si farz hem de bütün sahâbenin yaşadıkları kesin bir şekilde ifade ediliyor.

Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler mi? Hepsi dilemiş. İşte Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi:

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ibâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


“vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi: Onlar ki, (şeytana) taguta kul olmaktan kurtuldular. Çünkü Allah’a ulaşmayı dilediler. Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele!” diyor. O sahâbeden bahsediyor Allahû Tealâ. Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemiş ve Allah’ın kulu olmuş. Şeytanın kulu olmaktan kurtulmuş, Allah’ın kulu olmuş. Ne yapmış? Allah’a ulaşmayı dilemiş. Farz mı? Farz. Allah’a ulaşmayı dilemek hepimizin üzerine farz. Kaç defa söyledik bu konferansta.

Öyleyse 2. safhaya bakıyoruz, mürşide tâbiiyet. Allahû Tealâ Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesinde diyor ki:

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecran azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).


“Onlar orada biat ettikleri zaman, onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardı.” Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olunmuş. 2. safha; tâbiiyet.

3. Safha; Ruhu Allah’a ulaştırmak. Ulaştıran kişiye hidayete, ulaştıran kişinin hidayete erdiği söyleniyor. Allahû Tealâ bu bapta Zumer Suresinin 18. âyeti kerimesinde diyor ki:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).


“Onlar sözü dinlerler. Sözün ahsen olanına tâbî olurlar. Onlar hidayete erdiler.” diyor. Hidayete ermek, biliyorsunuz ruhun Allah’a ulaşması. Bütün sahâbe hidayete ermişler. Sonra bundan sonraki safha, fizik vücudun teslimi. Bütün sahâbe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler mi? Ettikleri kesin. Âli İmrân-20’de Allahû Tealâ diyor ki:

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.


“Habibim, o ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: Ben ve bana tâbî olanlar, biz hepimiz vechimizi, fizik vücudumuzu Allah’a teslim ettik.” Bütün sahâbe teslim etmişler. Peki, nefslerini Allah’a teslim etmişler mi? Ne zaman nefs Allah’a teslim edilir? Daimî zikre ulaştığı zaman kişi. Böyle insanlara, nefslerini Allah’a teslim edenlere “ulûl'elbab” deniliyor. Allahû Tealâ ulûl’elbab’ın tarifini veriyor, Âli İmrân-190 ve 191’de:

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.


“O ulûl'elbab ki; ayakta iken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikrederler.” Bütün sahâbe ulûl'elbab olmuş. Allahû Tealâ ulûl'elbab olmayı farz kılmış üzerimize.

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.


“fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum: Ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin.” diyor. Ve bütün sahâbenin bu hedefe ulaştığı, ulûl'elbab olduğu Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesinde ifade ediliyor. Diyor ki Allahû Tealâ orada o sahâbe için:

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).


“Onlar hidayete erdiler. Sözün en güzelini dinlerler, ona uyarlar. Onlar hidayete erdiler ve ulûl'elbab oldular.” diyor. Peki, muhlis olmuşlar mı? Olmuşlar. Bakara Suresinin 139. âyet-i kerimesi;

2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).
De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? Ve O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve, bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, O'na muhlis olanlarız (dîni O’na hâlis kılanlarız).”


“Onlara deyin ki, o ümmîlere ve kitap sahiplerine: Allah sizin de Rabbinizdir, bizim de Rabbimizdir. Ama biz Allah’a teslim olanlarız.”
“Nahnu lehu muhlisûn: Biz Allah’a muhlis olanlarız.”

İşte ihlâs kademesi 6. kademesidir velayetin ve 7. kademesi de salâh kademesidir. 6. kademesini yani muhlis kademesini, bütün sahâbe muhlisler olmuşlar. İradelerini Allah’a teslim ederek irşad makamına tayin edilmişler mi? Hepsi. İşte Tevbe Suresinin 100. âyet-i kerimesi:

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.


“Onlar ki; hayırlarda yarışırlar. Onlardan bir kısmı ensardır, bir kısmı muhacirîndir. Ve ensar ve muhacirîne ihsanla tâbî olanlardır.” diyor Allahû Tealâ. Öyleyse bütün sahâbeye, ister ensar olsun ister muhacirîn tâbiîn tâbî olmuş. Bizim dîn adamlarımıza “Tâbiîn kimdir?” diye sorarsanız, alacağınız cevap sizi güldürmesin. Çünkü ne yazık ki diyorlar ki: “Sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i görenlerdir.” Peygamber Efendimiz (S.A.V)'i ateşe tapanlar da gördüler, hristiyanlar da gördüler, yahudiler de gördüler, şeytana tapanlar da gördüler. Ama hiçbirisi sahâbe olmadı. Sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e hayattayken tâbî olanların adıdır. Tâbiîn de adı üstünde sahâbeye tâbî olanlardır. Tâbiîn, tâbî olanlar demek zaten.

Şimdi soruyoruz bizim sevgili dîn adamlarımıza: “Tâbiîn kimdir? Sahâbe kimdir?” diye soruyoruz evvelâ. “Peygamber Efendimiz (S.A.V) hayattayken görenlerdir. Tâbî olanlardır.” demiyorlar. Onu dedirtmek için çok uğraştık. “Peki, tâbiîn kimdir? Sahâbeyi görenlerdir.” adı üstünde “tâbiîn” diyor Allahû Tealâ, tâbî olmuşlar. Sadece o zaman ses çıkarmayıp arkalarını dönüp gidiyorlar.

Sevgili kardeşlerim! Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’i bütün hakikatleri en açık biçimde anlatırken, nasıl olur da “Âlimler öyle söylemişler, onlar iyi bilirler, siz Kur’ân’a bakmayın.” nasıl diyebiliriz. Allahû Tealâ bize Kur’ân öğretti. Ve herşey Kur’ân’a göre düzenlenecektir. Öyleyse Allah’ın doğrularını Kur’ân’dan öğreneceğiz, sadece Kur’ân’dan.

Müslüman olmayan insanlara hürmet etmek günah mıdır?

Hayır, günah değildir. Başka insanlara da hürmet edebilirsiniz. Hürmet etmek size sadece derecat kazandırır, kaybettirmez. Allahû Tealâ bütün insanları sevmemizi, onlara hürmet etmemizi zaten istiyor. Emir bu.
“Onlara sevgiyle yaklaşamaz mıyız?”

Sevgiyle yaklaşmamız bir emirdir. İnsanları sevmemiz emrediliyor Allahû Tealâ tarafından. İnsanlardan nefret etmemiz değil. Biz de ömrümüz boyunca hep sizlere sevgiyi aşıladık. “Seviniz!” dedik. Peygamber Efendimiz (S.A.V) diyor ki: “Nefret ettirmeyiniz, sevdiriniz!” Allahû Tealâ da Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e aynı şeyi söylüyor. “Nefret ettirme, sevdir!” diyor. İnsanlara söylememiz lâzımgelen ilk emir sevmek emridir.

Her ne kadar birçok insan “Allah’tan korkun.” diye, Allah’tan korktukça Allah’a yaklaşılacağını söylerler ama sevgili kardeşlerim, korkan korktuğundan kaçar ama seven sevdiğine koşar. Nitekim Allahû Tealâ’nın Kur’ân’ın bütününde insanlara, bütün insanlara verdiği emir “Seviniz!” emridir. “Nefret ettirmeyiniz, sevdiriniz! Nefret etmeyiniz, seviniz! Düşmanlık etmeyiniz, dostluk ediniz.” Sadece sevmek konumuzun temeli.

Allahû Tealâ’nın bize ahir zamanda, (bu zaman ahir zaman) bu zamanda emrettiği şey; sevmek, insanları sevmek ve birbirlerini sevdirmek ve bunun tabiî neticesi olarak da insanların birbirini sevmesi. Yani sevmenin neticesi sevilmek! Biz sadece kardeşlerimize sevmeyi emrettik bugüne kadar. Nefret etmeyi defterlerinden silmelerini sağladık.

Benzer konular