Allahû Tealâ'nın insanları niçin yarattığını ve kim için yarattığını açıklar mısınız?

Anasayfa » Ana Sayfa » Zikir » Allahû Tealâ'nın insanları niçin yarattığını ve kim için yarattığını açıklar mısınız?
share on facebook  tweet  share on google  print  

Allahû Tealâ'nın insanları niçin yarattığını ve kim için yarattığını açıklar mısınız?

Es selâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtûhu! (Ve aleykum selâm ve rahmetullahi ve berekâtûhu)

Bizler Adana, Mersin, Ankara, Adıyaman, Kahramanmaraş, Gaziantep, Osmaniye, Hatay, Siirt, Trabzon ve Anamur’dan talebeleriniz olarak bugün Adana’da sevgi dolu, mutluluk dolu eşsiz konferanslarınızdan birinde daha Siz Âlemlerin Sultanı ile birlikte olabilmeyi ihsan eden Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükrediyoruz. (Konferanslarınızdan birinde daha… Hamdeder, şükrederiz konferanslarımızdan birinde daha hepinizle birlikteyiz, sevgili azîz kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım!)

“Adana’ya hoş geldiniz, sefalar getirdiniz!” diyoruz. Gül kokulu ellerinizden hasretle ve hürmetle öpüyoruz. (Biz de hepinizin gözlerinizden öpüyoruz muhabbetle!)

Lütfedeceğiniz eşsiz konferansınız için teşekkürlerimizi arzediyoruz ve hepimiz sizleri çoook, çoook ama çoook seviyoruz. Allahû Tealâ’nın bu sevgimizi ve iştiyâkimizi arttırması ve sizlerden ayırmaması için tüm kardeşlerimizle dualarınızı diliyoruz. Biz sizsiz olamayız. Biz sizsiz yaşayamayız, Âlemlerin Sultanı Efendimiz!

İzninizle bir sorum var: Çevremiz mutsuz insanlarla dolu. İnsanların bazıları Allahû Tealâ’nın ‘insana azap çektirmek için gönderdiğini’ söylüyorlar ve zaten bu dünyada mutluluğun söz konusu olamayacağını söylüyorlar. İnsanların bazıları da ‘insanın imtihan için gönderildiğini’ söylüyorlar. Allahû Tealâ’nın insanı niçin yarattığını ve kim için yarattığını açıklar mısınız? Allah razı olsun.

Sevgili kardeşlerim! Allah insanı Kendisi için yaratmıştır. Allahû Tealâ ‘insanı Allah’a kul olsun’ diye yaratmıştır. Hadi, gelin bakalım, ne diyor Allahû Tealâ Zâriyat Suresinin 56. âyet-i kerimesinde:

51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.

ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn: İnsanları değil sadece, “Biz insanları da cinleri de Bize abd olsunlar diye, kul olsunlar diye yarattık.” diyor Allahû Tealâ.

Bunu “Bize ‘abid olsunlar’ diye, ‘ibadet etsinler’ diye yarattık.” şekline çevirmeye çalışanlar var.

Sevgili kardeşlerim! İbadet etmek bir vasıtadır. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek ve zikretmek; hepsi birer vasıtadır.

Ama zikri bu 5 vasıtanın içine koymamışlar. İblis insanlara öyle bir çorap örmüş ki; 14 asırdan bu yana insanlar Kur’ân-ı Kerim’in en büyük farzını, Kur’ân-ı Kerim tilâvetinden de namaz kılmaktan da daha büyük farz olan -baştan söylemiştik bunu- “zikri, zikrullahı, Allah’ın ismini; ‘Allah, Allah, Allah,...’ diye zikretmeyi devre dışı bırakmışlar.

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salâte, innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.

Şeytan bunu gene insanlara yaptırıyor. İnsanlar, hem de âlim geçinen insanlar bunları söyleyerek bütün İslâm âlemini korkunç bir girdaba sürüklemişler. Bugün artık İslâm’ın 5 şartıyla kurtuluş hiçbir zaman söz konusu olamaz. Ne yazık ki; insanlar zikri unutmuşlar. İslâm’ın 5 şartı içinde zikir yok. Zikir farz mıdır? Elbette farzdır. İşte Muzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesi:

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.

vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ: Allah’ın ismi ile zikret ve herşeyden kesilerek Allah’a ulaş.”

Öyleyse arasıra zikretmek farz. Bu zikir 35 bin, 37 bin seviyesinde, bilemediniz 41 bin seviyesinde kişiyi mutlaka Allah’a ulaştırır.

Peki günün yarısından daha fazla zikretmek farz mı? Elbette farz. İşte Ahzâb Suresinin 41. âyet-i kerimesi:

33/AHZÂB-41: Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkurûllâhe zikran kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.

“yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ: Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından daha fazla) zikredin.”

Peki daimî zikir farz mı? O da farz! Nisâ-103:

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, "vakitleri belirlenmiş bir farz" olmuştur.

fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum: Öyleyse, ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredin.” diyor Allahû Tealâ.

Ve bu, deveyi hamuduyla çalmış adamlar ve zikri yok etmişler. Üzerimize farz ve namaz kılmaktan da Kur’ân-ı Kerim tilâvetinden de daha büyük bir ibadet, en büyük ibadet ve devre dışı.

Sevgili kardeşlerim! Nasıl bir tuzağa düşürüldüğünüzün farkında mısınız? Eğer Allahû Tealâ bize bunu öğretmeseydi, sizin haberiniz olacak mıydı bunlardan? Şu anda ülkemizdeki dîn adamları... Hayır, kasıtlı olarak değil, bilmedikleri için. Onları suçladığımızı sakın zannetmeyin sevgili kardeşlerim. Ama çok önemli bir gerçeği söylemek mecburiyetindeyiz. 70 milyondan fazla insanın vebâlini, şu anda ülkemizdeki dîn adamları üzerlerine almış durumdadırlar. İşte onları bu büyük vebâlden kurtarmak için varız.

Allahû Tealâ sebepsiz yere yaratılıştan bu tarafa hiçbir şeyi yapmamıştır ve onu görüyoruz sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ bütün insanların sadece mutluluğunu ister. İşte bu mutluluk İslâm’ın 7 safhasını yaşamaktır ve ibadetlerin merkezinde, en üst noktasında zikir vardır. Bütün ibadetlerden daha üstündür.

Ama zikri yok etmişler. Bilinçli olarak değil, insanları cehenneme sürüklemek için değil. Âlimler, ehli sünnet vel cemaat âlimleri, inanç esasları üzerinde çok ciddî incelemeler yapmışlardır. Uzun yıllar süren, yüzlerce yıl süren tartışmalar yapmışlardır. Ama İslâm’ın insanı kurtuluşa ulaştıracak temel boyutlarını bu tartışmalar sırasında devre dışı bırakmışlardır, unutmuşlardır. Sonuç mu? Sonuç bu hazin sonuç! Bugün artık zikir bir farz hüküm taşımıyor. Oysaki en büyük ibadet zikir.

Sevgili kardeşlerim! Böyle bir dizaynda bütün insanların kurtuluşa ulaşması için Allahû Tealâ bizi vazifelendirdi. Bizi dinlemek lütfunda bulunan herkes şunu görecektir ki; bugün dünya ilminin, İslâm âleminin bilmediği Kur’ân hakikatlerini, biz öğrenmiş durumdayız ve öğretmekle vazifeli kılındık.

Hiç kimseyi suçlamak için burada değiliz. Asla böyle bir niyetin sahibi değiliz. Onlar, dîn adamlarımız, samimiyetle üniversitelere gittiler, dîn öğrendiler sevgili kardeşlerim. Bütün hüsnüniyetleriyle öğrendiklerini öğretmeye çalışıyorlar. Ama onun ötesinde bizim anlattığımız hakikatlerin -onlara öğretilmediği için- bilgisine sahip değiller.

Öyleyse onları suçlamak… Hayır! Böyle birşey mümkün olamaz. Hiçbirisi bilerek, isteyerek Allah’ın hakikatlerini öğrenmiş de saklamış değil. Hiç kimse öğrendiğinden başkasını öğretemez. Öğrendikleri ise onların hatası değil, öğretenlerin hatası. Öğretenlerin hatası da değil. Çünkü onlara öğretenler de bilmiyordu; onlara öğretenler de bilmiyordu.

Yani Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den sonra adım adım İslâm’ın bütün mutluluğa ulaştıracak olan, insanları kurtuluşa ulaştıracak olan faktörleri devre dışı kalmış.

İşte sevgili kardeşlerim! Görüyoruz ki; Allahû Tealâ insanları, Âdemoğullarını... Âdemoğlu ne demek? Âdem (A.S)’ın sülbünden gelen sadece fizik vücutlarımızdan bahsediyor, Âdemoğulları demekle Allahû Tealâ . Ruhumuzu da nefsimizi de irademiz de devreye katarak bir bütün çizersek, Allahû Tealâ’nın hepimizden istediği şey; “ruhumuzu da vechimizi de nefsimizi de irademizi de Allah’a teslim etmemiz” emridir. Bu kadar!

Öyleyse, şimdi bakalım ne olur? Sevgili kardeşlerim! Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemezse neler olacağını gördük. Bir defa daha tekrar etmeyeceğiz. Ama dilerse, Allahû Tealâ onu mutlaka 14. basamakta mürşidine ulaştıracaktır. Ulaştıktan sonra kişi zikre başlayacaktır “Allah, Allah, Allah…” diye. Bu zikir, Allah’ın katından salâvâtla rahmet ve salâvâtla fazl isimli 2 grup nur getirecektir onun göğsüne. Allahû Tealâ En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesi gereğince; Onun göğsünü yarmış, göğsünden kalbine bir nur yolu açmıştır.

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.

Kişi zikir yapınca salâvatla rahmet ve salâvâtla fazl o kişinin göğsüne gelecektir, göğsünden kalbine ulaşacaktır. Allahû Tealâ mürşidine ulaştığı zaman o kişinin kalbinin içine “îmân” kelimesini yazar. Mucâdele Suresi 22 âyet-i kerimesi:

58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?

“Onların kalplerinin içine îmânı yazarız ve başlarının üzerine Allah’ın katından ruh göndeririz.” diyor. Devrin imamının ruhu o kişinin başının üzerine gelir Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesine göre:

40/MU'MİN-15: Rafîud deracâti zûl arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmak istediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.

O kişiye der ki (o kişinin ruhuna): “Senin Allah’a mülâki olma günün, Allah’a ilkâ olma günün, ulaşma günün geldi. Vücudu terket ve dergâha ulaş. Oradan seyr-i sülûkta olanlarla birlikte sen de Allah’a ulaşacaksın. Senin Allah’a mülâki olma günün, yevm'et talâkın geldi!” diyor ve ruhumuz vücudumuzu terkediyor. Allah’a doğru seyr-i sülûk isimli bir yolculuğa çıkıyor. 7 tane gök katını aşarak diğerleri ile beraber, sonunda sidretül müntehayı aşarak, Allah’ın Zat’ına ulaşacaktır.

Öyleyse, burada nefs tezkiyesinin tahakkuk ettiğini görüyoruz:

•    Kişi nefsinin kalbinde her %7 fazl birikimiyle zemin kattan 1. kata ulaşır. Burası; Nefs-i  Emmaredir. Nefsinin henüz %7 + 2’si nurlarla kaplanmıştır. Geri kalan her taraf kapkaranlıktır.
•    2. defa %7 nur birikiminde kişi Nefs-i Levvamede olur. (Ruh 2. gök katındadır.)
•    3. defa %7 nur birikimiyle kişi Nefs-i Mülhime’dedir. Allah’tan ilham almaya başlamıştır. (Ruh, 3. gök katındadır.)
•    4. defa %7 nur birikimiyle kişi Nefs-i Mutmainne’dedir. O kişi mutmain olmuştur, doyuma ulaşmıştır. Allah’ın kendisine verdiği imkânların kendisi için yeterli olduğunun mutlak bilincine varmıştır.
•    5. defa %7 nur birikimi, Nefs-i Radiye. Kişi Allah’tan razı olmuştur.
•    6. defa %7 nur birikimi Nefs-i Mardiyye. Allah da ondan razı olmuştur.
•    7. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Tezkiye. Kişinin nefsi %51 nurla kaplanmıştır. Karanlıklar %100’den, %49’a düşmüştür. Artık şeytanın hakimiyeti de onlarla beraber %100’den %49’a, yarıdan aza inmiştir. Artık şeytan mağlûptur.

Ne oldu? Kişinin ruhu Allah’a ulaştı. Nefsinin kalbinde %51 nur birikimi söz konusu. Bu o kişinin dünya hayatını yaşarken %50’den daha fazla mutlu olacağını ifade eder ve bu kişinin ruhunu Allah Kendisine ulaştırdığı noktada, 3. kat cenneti hakettiğini görüyoruz. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi 1. kat cennetin sahibi olur; 3 basamak. Mürşidine ulaşıp tâbî olan kişi, ihsanla tâbiiyette Allahû Tealâ’dan, evvelce aldığı 12 tane ihsana ilâveten 7 tane de ni’met alır. Mürşidine tâbî olduğu noktada 2. kat cennetin sahibidir. Kişi hacet namazını kılmıştır. Allah’tan mürşidini sormuştur. Allah ona göstermiştir, tâbî olmuştur kişi. Allah’ın farz emrini yerine getirmiştir; 2. kat cennet onundur.

Peki ruhunu Allah’a ulaştırdığı zaman? Allah ruhunu (o kişinin ruhunu) Kendisine ulaştırdığı zaman demek daha doğru. Çünkü bu işi Allah gerçekleştirir. Kişinin zikrine paralel olarak, ruh Allah’a doğru seyr-i sülûk adlı bir yolculukla yükselir. 7 tane gök katını aşar. 7. katta 7 tane âlem aşar, sidretül müntehaya ulaşır. Orada dikey bir yolculukla Allah’ın Zat’ına ulaşır. Allah’ın Zat’ında yok olur. Burada o kişinin kalbinde %51 nur birikimi gerçekleşmiştir.

Dünya mutluluğunun %51’ini her gün devamlı olarak bu kişi yaşar. Ona hüzün veren olaylar günün yarısından daha az bir zamanı kaplayabilir. Her gün, günün yarısından daha fazla o kişi mutlulukla geçirmeyi haketmiştir.
Bu noktaya kadar kişi birşey yapmadı. Herşeyi Allah vücuda getirdi. Kişiye eğer namazı kılmıyorsa, namazı sevdirdi Allahû Tealâ. Oruçta açlık çekiyorsa, açlığı yok etti. Zikir onu sıkıntıya sokmuşsa başlangıçta, Allahû Tealâ zikrin bir zevk olmasını tahakkuk ettirdi ve kişinin ruhunu Allah Kendisine ulaştırdı. Bu Allah’ın bizlere verdiği bir sözdür. Bir defa daha bakalım âyet-i kerimelere. (Bir tanesine bakalım en azından) Şûrâ-13:

42/ŞÛRÂ-13: Şeraa lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb: Allah, dilediğini kullarından Kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a yönelirse, (Allah’a ulaşmayı dilerse) Allah sadece onları Kendisine ulaştırır.”

İşte kişi Allah’a ulaşmayı dilemiştir; Allah da onu Kendisine ulaştırmıştır. Dünya saadetinin her gün kişi, dünya hayatının yarısından fazlasını mutlulukla geçirecektir. Geri kalan ikinci yarısında ise, o günün yarısından daha azında mutsuz bir hüviyette geçirmeye devam edecektir.

Kişi ruhunu Allah’a ulaştırmış ve ilk emanetini Allah’a teslim etmiştir. Buraya kadar kişi Allah’ın garantisindedir. Cennetin, ruhunu Allah’a ulaştırdığı anda kişi 3. katının sahibidir. Ne yapmıştır? Sadece Allah’a ulaşmayı dilemiştir! Neticede de dünya mutluluğunun yarısını elde etmiştir (yarısından fazlasını). Ama cennetin de 3. katını garanti etmiştir. Ne karşılığı? Sadece bir dilek karşılığı!

Öyleyse Allahû Tealâ farz kılmışsa üzerimize ruhumuzu Allah’a ulaştırmayı, bunun mânâsı bizim mutluluğun, dünya mutluluğunun yarısına sahip olmamız ve cennetin 3. katına sahip olmamızdır.

Öyleyse Allahû Tealâ ne olmamızı istiyor? Mutsuz olmamızı mı? Cehenneme gidip orada yanmamızı mı yoksa? Dünya mutluluğunun yarısını yaşatan, bize 3. kat cenneti garanti eden Allahû Tealâ hem emri veriyor: “Bana ulaşmayı dileyin.” diyor hem Kendisi ulaştırıyor Kendisine ruhumuzu. Hem de 3. kat cennetin sahibi yapıyor bizi.

O zaman Allahû Tealâ bizi azap çektirmek için mi yaratmış? Hayır! ‘Mutlu olalım’ diye yaratmış ki; bu yolun başı daha.

Sonra, kişi ruhunu teslim ettikten sonra yoluna devam ederse, burada yol biraz güçleşir. Ama kişi devam ederse, zikrini arttırırsa mutlaka devam eder. Fizik vücudunu Allah’a teslim ettiği noktada dünya saadetinin %80’ini aşar kişinin mutluluğu; cennetinse o kişi 4. katına ulaşır. Nefsini Allah’a teslim ettiği zaman daimî zikirle, 5. kat cennet onundur. 7 kat yerler gösterilir ve dünya saadetinin %100’ünü yaşamaya başlar kişi. İhlâs makamında gene dünya saadetinin %100’ü; daha çok mutluluk… Salâh makamında iradenin teslimiyle gene %100 dünya mutluluğu; ama daha çok mutluluk... Cennetinse en üst katı; Adn cennetleri…

Sevgili kardeşlerim! Öyleyse Allahû Tealâ insanları azap çektirmek için mi göndermiş bu dünyaya? Yoksa mutluluğun şahikasına çıkarmak için mi?

Şimdi bana Allah rızası için söyleyin, zor birşey mi? Bir dilekte bulunacaksınız, sevgili kardeşlerim. “Ey Allah’ım! Ben ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum.” veya “Ey Allah’ım! Senin bunca ermiş evliyan var. Herbirinin adını kitaplarda okuyoruz, menkıbelerini dinliyoruz. Ben de o ermiş evliyalardan birisi olmak istiyorum.” dese insan, ne kaybeder ki sevgili kardeşlerim? Demeyenlere sesleniyorum! Neden demiyorsunuz? Kendi mutluluğunuza engel olduğunuzun farkında değil misiniz?

Öyleyse evvelâ birinci sualin cevabını verdik. Allah insanı ‘mutlu olsun’ diye yaratmış. O kişi daimî zikre ulaştığı zaman, mutsuz geçen 1 dakikası bile olmayacaktır kişinin. Sonsuz bir mutluluğun içinde hep Allah’a hamdetmekle, şükretmekle geçecektir ömrü. “Allah’ım ben bunlara lâyık değilim. Beni nasıl böyle dünyadaki en mutlu insanlardan birisi haline getirdin? Ben Sana ne kadar hamdetsem, şükretsem azdır.”  diyecektir.

Bu dünyada mutluluğun söz konusu olmayacağını söyleyen o insanlara söylüyoruz! Eğer nefsinizin kalbindeki bütün afetleri Allahû Tealâ daimî zikirle yok ederse, sadece faziletler kalır. Faziletler, Allah’ın bütün emirlerine uymanızı, yasak ettiği fiilleri asla işlememenizi temin eder. Bu ise söylediğimiz 3 şartın da tahakkukudur:

1- İç dünyanızda mutlusunuz. Nefsinizle ruhunuz arasındaki kavga kesilmiş, yok kavga!

2- Dış dünyada kavga sahibi değilsiniz. Başka insanlarla kavganız kesilmiş. Onlar nasıl davranırsa davransın, siz onlara kötü davranamazsınız, imkânsız birşey bu. Çünkü nefsinizde afetler yok.

3- Allah ile olan ilişkilerde Allahû Tealâ ile konuşmak yetkisinin sahibi kılındınız ve Allahû Tealâ size her fırsatta sizi ne kadar çok sevdiğini söyler, sevgili kardeşlerim!

Öyleyse dünya mutluluğu…    Cennet mutluluğu mu? 7 kat; en üst katı cennetin! Eee, Allahû Tealâ insanları şu dünyada azap çeksinler diye, cehenneme gidip, orada ceza çeksinler diye mi yaratmış? Ahhh!

Bir kısmı da diyorlarmış ki: “Allah insanları imtihan için gönderir.” Allah insanları mutlu etmek için yaratmıştır. Yeter ki kendilerini yaratan Allah’ın söylediklerine itaat etsinler. Allah razı olsun. Umarız ki; bu sözlerimizden sonra artık yanlışlıklar yapılmaz.

“Allah insanı kim için yaratmıştır?” diyor.

Allah insanı Kendisi için yaratmıştır ve Allahû Tealâ diyor ki: “Ben insanın sırrıyım; insan Benim sırrım.” Allah ile insan arasındaki ilişkilerde söz sahibi olduklarını düşünenlere bir sualimiz var. Yunus diyor ki:

“Bana bende demen,
Bende değilem.        
Bir ben vardır bende
Benden içeri.”

Diyor ki: “Ben var ya,” diyor. “Ben, bende değilim. Ben şuanda benim dışımdayım. Bende değilim, benim dışımdayım. Ben, şuanda benim dışımdayım.” diyor. Sonra? “Bir ben vardır bende, benden içeri.” diyor. “Ben, bende değilim. Ama başka bir ‘ben’ var; o benden içeri.” diyor. Düşünün bakalım, Yunus ne demek istemiş? O zaman insanı, Allahû Tealâ’nın kimin için yarattığının cevabı budur.

Başka ne diyor insanlar?

Muhyiddin Arabî Hazretleri diyor ki: “Seven de Benim, sevilen de Benim.” diyor.

Mevlâna diyor ki: “Nereye baksam Allah’ı görüyorum.”

Hazreti Ali diyor ki: “Ben, görmediğim Allah’a inanmam.”

A benim sevgili kardeşlerim, ne diye şu dünyayı kendinize zindan edersiniz? Mutluluk, elinizi uzattığınızda tutacağınız kadar yakın size! Öyleyse neden? Neden mutlu değilsiniz? Çünkü Allah’ın hakikatlerini bilmiyordunuz. Ama şimdi öğrendiniz. Hadi, koşun Allah’a doğru!

Allah’a ulaşmayı dilemek, Allah’a koşmaktır. İşte bizim bütün kardeşlerimiz Allah’a koşanlardır. Kimisi ruhunu, kimisi vechini, kimisi daha ötedeki teslimlerini tamamlamıştır. Neden onlar mutlular? Onlar mutluysa, siz neden mutlu değilsiniz? Mutluluk sizin de hakkınız, sevgili misafirlerimiz, sevgili izleyenler, sevgili dinleyenler!

Hangi konuda bir tereddütünüz olursa, bize mutlaka ulaşın. Biz size Kur’ân âyetleriyle cevaplarını verelim inşaallah.

Benzer konular